-Ali! Hallet artık şu işi. Kümeste yumurta kalmadı. Ne yaptımsa olmadı.
-Tamam, Osman Abi. Bu akşam halledeceğim. İstanbul’a giderken yol üstünde uygun bir yere bırakırım.
Uzak bir yere bırak, geri dönemesin. Çocuklar da çok seviyorlar ama yapacak bir şey yok. Akşam onlar görmeden koyalım bagaja. Sonra da kaybolmuş deriz.
Sen merak etme abi, o iş bende.
***
Hava gitgide kararıyordu. Misket’i bir kutuya koyup, arabanın bagajına yerleştirdiler. Misket yol boyunca miyavladı. Yol bir türlü bitmiyordu. Kutunun içi hem sıcak hem de karanlıktı, ayrıca su da yoktu. Misket acı acı miyavlamaktan yorgun düşmüştü. Sonunda araba durmuş ve bagajın açılma sesi gelmişti. Ali Misket’i kutuyla birlikte arabadan çıkarıp yere koyduktan sonra, kutunun kapağını açıp hızla uzaklaştı oradan. Misket can havliyle kutudan fırladı, arabanın arkasından bakakaldı.
Sağına soluna baktı, tanıdık bir yer aradı. Gücü yettiğince bağırdı, çocuklar duyarsa gelirlerdi, biliyordu ama kimse gelmedi. Onu bırakanın tekrar gelip alacağını düşünerek beklemeye karar verdi. Uzun bir süre bekledikten sonra kimsenin gelmeyeceğini anlayıp yola koyuldu.
Etrafını tanımıyordu ama nereden gideceğini biliyordu. Arabaların yoldan gittiğini bildiğinden yol kenarından hareket ediyordu. Çok susamıştı, açlığa dayanabilirdi ama susuzluk onu çok güçsüz kılıyordu. Şansına yağmur yağdı, yol kenarındaki çukurlara dolan suyu kana kana içti. Bir kurbağa gördü, tadını hiç sevmese de onu yemeye karar verdi. Kurbağayı yakalayıp yedikten sonra bir daha asla kurbağa yememeye karar verdi, iğrençti. Birkaç kuş yuvasında bulduğu yumurtaları yedi, bunlar şimdilik doymasına yetmişti.
Ertesi gün güneşin ilk ışıklarıyla yürümeye devam etti. Güneş tepeye çıktığında yürüyecek hali kalmamıştı, bir ağaç kovuğuna girip gözlerini kapattı. Kafasında düşünceler dolanırken uyuya kaldı. Üçüncü gece sakin sakin yürüyordu. Hem arabalara görünmemesi hem de tehlikelere karşı atik olması gerekiyordu. En zor olanı da köylerin yakınından geçmekti. Oralarda çok köpek oluyordu, bu yüzden uyumak için köylerden uzak, kuytu yerleri seçiyordu. Çoğunlukla yüksek ağaç dallarına tırmanıyordu. Bu yolculuğun ne kadar süreceğini bilmeden yarı aç yarı tok ilerliyordu. Kurbağadan nefret ettiği için ancak iki günde bir yakalayabildiği farelerle besleniyordu.
***
Bir gece yürürken uzaktan bir şeyin yaklaştığını gördü. Dikkatlice baktığında iri bir köpeğin geldiğini fark etmişti. Tırmanacak bir ağaç aradı ama sadece yonca tarlaları vardı. Yoldan geçerken bir ağaç gördüğünü hatırladı, arkasını döndü. Doğru hatırlıyordu, biraz ileride bir ağaç vardı. Vakit kaybetmeden koşmaya başladı, hemen ağaca tırmandı. Sessizce köpeğin havlamalarını dinledi, uzunca bir süre sonra sonunda köpek havlamaktan yoruldu ve gitti. Yürüyüşü günler sürdü. Kaç gecedir yol aldığını artık o da bilmiyordu. Bir gece yürürken çok tanıdık bir koku geldi burnuna. Kelebek kovaladığı çayırın kokusuydu.
***
Ali’nin telefonu çaldı. Osman Abi arıyordu.
-Efendim Osman Abi!
-Alo, Ali nasılsın oğlum?
-İyiyim abi sağol. Hayırdır, bir şey mi oldu, aradın?
-Ali sen bizim kediyi nereye bırakmıştın?
-Kediyi aldıktan iki saat sonra, yaklaşık 150 kilometre uzakta yol kenarına bıraktım. Özellikle de bir köyün yakınına bıraktım, aç açıkta kalmasın diye. Neden sordun, ne oldu ki abi?
-Ali kedi bu sabah geldi. Çocuklar sevinçten havalara uçtular.
-Gerçekten mi abi! O kadar yolu geldiyse artık yumurtadan vazgeçersin.
-Yapacak bir şey yok, artık burada kalsın, dokunmam.
Çocuklar sevinçten zıplıyordu. Birisi su getirdi, diğeri bir tas yoğurt, en küçük olanı da bir yumurta. Misket çok mutluydu ve rahatlamıştı. Uzun yolculuğu mutlu sonla bitmişti.