Yolculuğun içe yapılanı pek bir makbuldür. Herkes içine yolculuk yapmaktan Uzakdoğu filozofu kesilir. Popüler olan şeyler bazen iticidir. Bu nedenle içe yolculuk, bir taksicilik terimi olan “yakın mesafe” gibi görünse de oldukça meşakkatli olabilir.
Uzak diyarlara gitmeye de içimizdeki Oblomovluk el vermiyor. Gelin, hep birlikte oturduğumuz yerden istediğimiz her yere yolculuk edelim. Nasıl mı? Tabii ki edebiyat sayesinde. Hatta Evliya Çelebi’nin gördüğü “Seyahat ya Resulallah” temalı rüyasını bile kendimize uyarlayarak: Edebiyat ya Resulallah!
Zarsız zahmetsiz keyif dolu yolculuklara çıkmanın tam sırası. İşte onlardan bazıları:
Örneğin Panait Istrati sayesinde Romanya’dan bir gemiye atlar, Dersaâdet aktarmalı olarak Akdeniz üzerinden Mısır’a gidebilirim.
Amin Maalouf’la Ortadoğu’nun her an kana bulanacak sokaklarında korka korka da olsa gezebilirim.
Khaled Hossein’le Afganistan’da uçurtma avlayabilirim.
Tolstoy’un Anna Karenina’sı sayesinde Rusya’da şehirlerarası tren yolculuğu da hiç fena olmaz.
Ahmet Haşim’le de Frankfurt’a gitmeye ne dersiniz? Ben bayılmıştım. İkinci kez okumayı, pardon ikinci kez gitmeyi çok arzuluyorum.
Yaşar Kemal’le Ağrı Dağı’na tırmanıp kendimi o güzelim efsanenin içinde bulabilirim.
Orhan Pamuk’la hayalî Mengen adasına akşamın geç bir saatinde varıp, veba gecelerinin tanığı olabilirim.
Sevdalım Hayat ile Zülfü Livaneli’nin İsveç’teki sürgün yıllarına göç edebilirim.
Güneş Karabuda ile Şili’ye gidip Allende’nin baskın yediği ana tanık olabilirim.
Marquez’le kırmızı bir pazartesi günü, öleceği herkesin malumu olan birinin otopsisine hüzünlü bir yolculuk yapabilirim.
Jak Deleon ve Murat Belge’nin peşine takılıp sokak sokak, karış karış İstanbul’un altını üstüne getirebilirim.
Gülünün solduğu akşamına kadar, bir yolculuk da 68 kuşağına yapabilirim.
Anne Frank’ın hatıra defteriyle de bir binanın bodrumunda yaşam ve ölüm arasındaki “end”işeli yolculukta mekik dokuyabilirim.
Hatta Sofi’nin dünyasında yaptığım yolculukta, yanıma aldığım valize bütün bir felsefeyi sığdırabilirim.
Sırat köprüsünden bile geçerken Gündüz Vassaf’ın penceresinden cennetin dibini de görebilir, ceheneme övgü de dizebilirim.
Muazzez İlmiye Çığ’ın desteğiyle Sümerler döneminde bir tablete çiviyle, “Buradan bir kitap kurdu geçti” diye yazabilirim.
Saramago’nun Körlük’üyle görünmeyen bir yolculuğa çıkabilirim.
Coelho sayesinde de Piedra Irmağı’nın kıyısında oturup bir güzel soluklanabilirim.
Ercan Kesal’ın mihmandarlığında, elimizde Peri Gazozu ile Avanos’u, Kapadokya’yı gezebilirim.
Ivo Andriç’le Drina Köprüsü’nün bol kazıklı uzun tarihine yolculuk edebilirim.
Knut Hamsun’la Norveç sokaklarında karnım açlıktan zil çala çala gezinebilirim.
İşte siz de şahitsiniz. Edebiyat sayesinde gezmedik yer bırakmadım. Son olarak Susanna Tamaro’nun önerisiyle yüreğimin götürdüğü yere de gittim miydi, oturduğum yerden devr-i âlemimi tamamlamış olurum.
Bir sonraki edebiyat yolculuğuna kadar esen kalın.