Haziran 1997’de İzmir’de doğdu. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Bölümü ve Bordeaux Montaigne Üniversitesi İletişim Araştırmaları Bölümü son sınıf öğrencisi. Gazeteciliğe Artı Tv’de haber editörü olarak başladı ve halen burada çalışıyor. Okumayı ve araştırmayı seviyor. Üzerinde uzmanlaşmakta olduğu alan çevre haberciliği.

Türkiye siyasetinden, gençliğin geleceksizliğinden, yurtdışında yaşa kurtul sözlerinden bunalıp şöyle bir kaçmak istedim. Kapadokya’ya gidip kendimi, insanlığımı, sevgiyi hatırladım. İşte bir inziva yazısı…

 

“Yalnız başına gideceğine inanmıyorum.”

“Tek sıkılırsın ben de geleyim.”

“Neden yalnız geldin?”

Bunlar Kapadokya’ya yaptığım tek kişilik ziyaret öncesinde ve sırasında duyduklarımdı. Yine de yola çıkarken ve yolda hiçbiri beni durduramadı. Her kaçış bir vazgeçiştir diye meclis kürsülerinde bile şakası yapılan o sözü de yanıma alıp, İstanbul’dan Kapadokya Havaalanı’na tek yön bilet ve üç günlük otel rezervasyonu ile gelmiş oldum. Bu satırları yazarken de Kapadokya’dayım…

Nevşehir, Kayseri ve Niğde’ye yakın bir İç Anadolu kenti. Öncesinde Türkiye içinde uçakla sadece Akdeniz ve Ege’ye uçmuş olan benim için, yepyeni ve hüzünlü bir deneyim çünkü öncelikle Nevşehir’e gelirken kilometrelerce uzanan bozkırın üstünden geçiyorsunuz. Kuş bakışı baştan sona sapsarı bir çöl gibi uzanıyor. Ege’ye uçanlar bilir, uçsuz bucaksız ova üzerinde Ege, şehir şehir görünür. Akdeniz’e uçarken dağlar yemyeşil ve heybetlidir.İç Anadolu’daki bu sapsarı bozkır beni hüzünlendirdi, yangınlar ve iklim felaketi sonucu Akdeniz ve Ege’nin de böyle görüneceğini düşünmeden edemedim. İşte bu siyasi ve sosyolojik atmosfer içinde kaçmaya karar vermiştim. Uçakta da bu düşüncelerden kurtulamadım.

Bu tatil benim inziva tatilim. Tek başına var olmayı öğrenme tatilim. Biraz da kaçış tatilim. Bu yüzden yer ayırttığım otelime yerleşirken huzurluydum. Ben Kapadokya seyahatimde Göreme’yi tercih ettim. Göreme’de oteller ya mağaradan bozma ya da mağara görünümü verilerek yapılmış. Benim kaldığım da böyle. Terasında sabahları balonları izleyebiliyorum. İçerisi taş bir konak izlenimi veriyor. Odam küçük, çift kişilik bir yatak ortada duruyor. Yatağın tam üstünde bir Kapadokya resmi, yatağın yanında ve ayakucunda geleneksel Türk kilimleri var. Taş olduğundan mı yoksa gerçekten temiz olduğundan mı bilmem terliklerimi çıkarıp odanın zemininde yürüme isteği ile doluyorum.

Gün içinde Göreme’deki Zim Vadisi’ne gittim. Çevre çok sessizdi ve kimseler yoktu. Vadide tek başıma yaklaşık iki saat yürüdüm. El Nazar Kilisesi’nin önünden yürüyüp vadiye çıktım. Sağım solum dört yanım peribacalarıyla kaplıyken ve ben yalnızken, Nomadland filmindeki intihar sahnesini hatırladım. İntihar edecek olursam buraya geleyim, burayı tekrar görünce intihardan vazgeçerim diye not aldım beynimde. Güneşi batırdığımda sağım solum ve çevremdeki peribacalarının bembeyaz olan rengi pembeye dönmeye başladı. Güneş batınca bu pembeliğin içinden çıktım ve yola koyuldum.

Köşedeki ilk şarap evine girdim. Kapadokya’ya gelmişken şarap denemeden gitmek olmaz dedim. Kapadokya’da şaraplar çok güzel. Bir buçuk kadehten sonra midesi bulanan ben burada üç kadeh şarap içtim.

Göreme’nin gece hayatı size bağlı. Biz burada kendi şarkımızı söyleyip, kendi partimizi yaptık. Mekân sahipleri bir dakika yalnız bırakmadan, her isteğimi yerine getirdiler. Bu küçük şarap evinin barmeni ve aşçısı kendileri için hazırladıkları karavanadan bana da ikram etti. Böylece Anadolu’ya geldiğimi hatırladım. İkram edilenden yememe şansım yoktu. Tabii ki porsiyonlar benim yiyebileceğimden çok daha fazlaydı.

Müzikler çaldıkça çaldı. Bizim türkülü şarkılı eğlencemizi görenler mekânı doldurdu. Burada sezonda haftanın dört günü parti oluyor. Böylece peribacalarının arasında dans edip eğlenebiliyorsunuz.

Gece sabaha karşı Göreme’de yürüdük. Tüm yıldızları görebildik, izledik. Kaldığım otelin terasından da yıldızları izlemek mümkündü. Burası benim yeni ‘mutlu yer’im olmaya adaydı artık.

 

Göreme’de yeme içme çok pahalı. Kaldığım otelin kahvaltısını hiçbir şeye değişmeyeceğimden erken kalkıp burada kahvaltı ettim. Yemeklerimi ise az önce söylediğim aşçı Emre’nin pişirdiklerinden yedim. Dışarıda yiyip hesap ödediğimde ise canım gerçekten sıkıldı. Buna rağmen Göreme ucuz bir kent. İstanbul’da 140 liraya gördüğüm kahve fincanını burada 30 liraya aldım.

İkinci günümde korka korka bindiğim ATV ile vadilerde safari yaptım. Burada pek çok Fransızla tanıştım. Vadilerin arasında gezerken kendimi kendi MotosikletGünlükleri’mde hissettim. Bir de uğruna mücadele edecek bir şeyler varsa daha ne olsun!

Vadilerin büyüleyici tarafı şu: Vadiye baktığınızda kuşların seslerini, atların kişnemelerini çok uzaklardan duyabilirsiniz. Vadinin akustiği sayesinde her yandan türlü hayvan sesleriyle kuşatılıyorsunuz. Kapadokya’ya güzel bir koku hâkim. Bu kokunun nereden geldiğini hâlâ çözemedim.

ATV’den indiğimde Göreme Milli Parkı’nın çıkışında ATV sahipleriyle oturdum. Her yerde olduğu gibi, burada da en çok konuşulan konu siyaset. Pandemiye rağmen onların umutları var. İklimin değişip Akdeniz olacağını, hâkim politik atmosferin sona ereceğini düşünüyorlar.

Burada da turistler çoğunlukta. Onlar da Türkiye siyasetiyle ilgililer. Yerli halkla da konuşuyorlar. Burada herkes az çok İngilizce biliyor. Belki de dil eğitimi alan bizlerden daha iyi konuşuyorlar. Sorduğunuzda da “Ben hiç İngilizce bilmem” diyorlar.

ATV’den indikten sonra yürüyerek Âşıklar Tepesi’ne gittim ve güneşi bu kez burada batırdım. Güneşin batışı Zim Vadisi’nden daha güzel görünse de ben yalnız olduğum için orada daha keyifliydim. Buradan çıkıp çevresi ışıklandırılmış ve peribacalarına bakan başka bir çatı bara geldim. Göreme’de çatı barlar çok yaygın. Mükemmel atmosferleriyle sizi büyülüyorlar.

Ertesi sabah saat 4’te uyanıp balonları izlemeye gittim. Ancak balonlar hava muhalefeti nedeniyle kalkmadı. Bugün buradan ayrılma günüm olduğundan son kez, ilk gün gittiğim şarap evine uğradım. Onlar da beni uğurlamak için garaja kadar geldiler. Eylülde geleceğime dair belki bininci defa söz alıp gittiler.

KAPADOKYA’DA KALMAK İÇİN 6 NEDEN

1- Burası gerçek bir inziva şehri. Vadilere bakarken kendinizi unutuyorsunuz. Kendinizi bir MUBİ filminde sanıyorsunuz. Haneke olanlardan değil!

2- Anadolu misafirperverliğini hatırlıyorsunuz. Öncelikle kim olduğunuz, nereden geldiğiniz, neden orada olduğunuz önemli değil. Herkes sizi bir anda sahipleniyor. Kenarda köşede kalan bir yer işleten teyze size iğne oyası öğretiyor. ATV’den inince işletme sahipleri yemek ikram etmeye çalışıyor. Gerçek ateşte sürekli bir şeyler pişiyor. Vejetaryen misin diye soruluyor. Öyleysen en kötü ihtimalle bir galeta vermeden gönderilmiyorsun.

3- Herkes size yardımcı oluyor. Şuraya nasıl giderim sorusu hiç yanıtsız kalmıyor. Herkes daima güler yüzlü çalışıyor.

4- Kapadokya’nın birbirinden güzel festivalleri, kulüpleri, partileri var. Eğer parti yoksa parti yaratılıyor. İstanbul’daki ya da İzmir’deki gibi değil çünkü partilere peribacalarının atmosferi eşlik ediyor.

5- Tüm dünyanın aksine sevmeyi ve sevilmeyi unutmayanlar burada yaşıyor. Masalarda hep aşk konuşuluyor. Aldatanlar bile iyi dileklerle anılıyor. Âşık olmanın buranın bir kanunu olduğu söyleniyor. Her vadide âşık olmak ve aşkını sonsuza kadar korumak üzerine dilekler dileniyor. Hiçbir hikâye aşırı romantik bulunmuyor. Tüm hikâyelerin sonunda güzel bir müzik çalınıyor. Yeniden âşık olalım diye dilekler dileniyor. Bir de birbirine seni seviyorum deniliyor.

6- Sosyal medyanın ünlüleri buradan çıkmasalar da burada iletişim kişilerarası. Araya aracı alınmıyor. Telefon, sosyal medya yerine şu saatte şurada diyorlar ve orada oluyorlar. Eylülde yine geleceğim dediğinizde sözünüze güveniyorlar ve sizi bekliyorlar. Buradan ayrıldığınızda ise Göreme’yi özlemeniz bekleniyor. Göreme seni özledi deniliyor.

Burada tanıştığım Fransa’dan gelen arkadaşlarım Göreme’nin büyüleyici, İstanbul ve Bodrum, Çeşme gibi en turistik yerlerden bile daha güzel olduğunu söyledi. Katılıyorum. Burası insana huzur veriyor. Burada sevmenin ve sevilmenin önemini hatırlıyor, dünyaya daha güzel bir gülüşle bakıyorsunuz.