Hayatta iyi şeyler hep zorluklardan ortaya çıkar, tabii ki bütün genellemeler gibi bu genellemenin de doğru olmadığı durumlar yok değil ama insanlık tarihine bakınca neredeyse bütün büyük sıçramalarımız büyük buhranların ardından geliyor. İnsan dünya üzerinde yaşayan organizmaların içinde belki de en garip olanı ama zorlukları sevmesi belki de onu diğer organizmalardan çok ciddi şekilde ayırıyor.
İnsanlık uzunca bir süre dünya üzerinde konuşabilen tek varlık olduğuna inandı ancak bugün bilim bize bunun yanlış olduğunu söylüyor, diğer canlılar da hatta tek hücreli diye ilkel ve basit bulduğumuz canlılar bile kendi aralarında iletişiyor. İnsanlığın farkı ise herhalde farklı farklı dillerde anlaşabiliyor olmamız. Gerçi bu konuda da çok emin olamayız, belki de Akdeniz’de yaşayan bir sünger ile Atlas Okyanusu’nda yaşayan süngerin kendi türleri ile iletişimi farklıdır, bilmiyoruz.
İnsanlar farklı farklı dillerde iletişim kuruyor ve bu farklı dillerin birbiri ile iletişimi sayesinde bugün medeniyetimiz çok farklı köklerden, damarlardan, sinir uçlarından bir bütünlük oluşturuyor. Diller farklı ama bir ortak dilden söz edecek isek iş gözlerden başlıyor, birbirinin dilini hiç bilmeyen iki çocuk örneğin çok rahatça göz teması ile anlaşıp oyun kurabiliyor. Büyüdükçe bu beceriyi kaybetmemiz de aslında bayağı üzücü.
Ortak dil deyince Esperanto’dan bahsetmek gerekir herhalde. 1887 yılında Polonyalı bir göz doktoru olan Ludwik Lejzer Zamenhof, farklı dilden insanların birbiri ile anlaşabilmesi için bir yapay dil geliştirdi ve Esperanto’yu yarattı. Esperanto zaman içinde Soğuk Savaş döneminde olası bir nükleer kıyamet sonrası hayatta kalan farklı dilden insanların iletişim sağlamak için öğrendiği bir dildi. Bugün unutuldu desek yeri var.
Son yıllarda ortak dil konusunda en ilginç gelişme herhalde fantastik edebiyattan gelişen iki dil oldu. Game of Thrones serisinde kullanılan “Yüksek Valyria” dili ve Tolkien’in ölümsüz eseri Yüzüklerin Efendisi serisinde Elfler’in kullandığı “Sindarin” dillerine yoğunlaşan ilgi gerçekten inanılmaz. Bir de Star Trek serisinin dili “Klingon”u öğrenmeye çalışanları unutmamak lazım.
Gerçek dünyada her geçen gün daha da yerleşen ortak dilin İngilizce olduğu ne kadar yadsınamaz ise fantastik edebiyattan gelen bir ortak dil kurma sevdası da o kadar yadsınamaz. Gerçek dünyada milletler ve halklar hâlâ inatla birbirinin gözünü oymaya çalışmaktan vazgeçemezken masallara inanan bir avuç insanın hiç değilse masalların dili üzerinden bağ kurmaya çalışma çabasını takdir etmek gerekir.
Bu arada ortak dilden konuşurken ülkemiz de dahil olmak üzere birçok ülkede hâlâ insanların anadillerini öğrenmelerine, konuşmalarına getirilen kısıtlamaların da devam ettiğini unutmayalım çünkü anadillere sahip çıkılmazsa ortak dilde buluşmak da mümkün değil.
İnsanlar birbirini farklı dillerde öldürmeye çalışırken teknoloji alanında ortak dil dayanışması tüm müdahalelere rağmen hızlıca ilerliyor. Örneğin bugün seyrettiğimiz tüm videoların altında, her türden video kaydedici- okuyucu cihazın birbirini anlamasını sağlayan “MPEG” yani (Motion Picture Expert Group) hareketli resim uzman grubunun bir araya gelerek oluşturduğu ortak kod teknolojisi var ve bu çok önemli bir ortak dil.
Başta dedim ya, insanlık ancak zorlandıkça kendini geliştiriyor, işte iletişim kurarken konuşmanın mümkün olmadığı alanlarda ortak dil çok ama çok hızlı gelişiyor. Bugün örneğin havacılık dünyasında tamam anlamına gelen ve başparmağı kaldırıp diğer dört parmağı yumruk yaparak verilen işareti bilmeyenimiz var mı? Peki, dalıcıların normal hayatta herkesin “eh işte” anlamında kullandığı eli açarak sağa sola sallama hareketini, problem işareti olarak alması ve havacıların “tamam” işaretini yüzeye çıkalım anlamında kullanmasına ne dersiniz?
Görünen o ki kendi yarattığı teknolojilerin birbiri ile ortak dil kurmasını sağlayabilen insanlık, çok zor şartlar oluşmadan ortak bir dilde anlaşarak daha esenlikli, güzel bir medeniyet kurmak yerine hâlâ savaşmayı tercih ediyor.