Sürecin, sonucundan daha travmatik olduğu olaylar biliyorum…
Şimdi size nasıl başaramadığımı anlatacağım. Böyle başlamak istemezdim. Ancak başka türlü bir girişte bu hikâye de pek mümkün görünmüyor. Neyse ki baştan, sonucun sancılarını hafife aldığım için, başarısızlıklarımdan gocunmayacağım. Gururlu bir kaybediş tablosunu özene bezene çizip duvarıma astıktan sonra bu elbette Frida Kahlo’nunki gibi kahramanca ve sonsuz olmayacak ama en azından bitmekte olan bu yıldan sağ salim çıkmamı sağlayacağını umuyorum.
Aslında tam olarak nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum.
O gün Pierre Loti’de Haliç’e karşı çayımı yudumlarken… Hayır, hayır böyle değildi. Geçenlerde Hüsrev Gerede Caddesi’nde elimde kahve ile Teşvikiye’ye doğru yürürken… Sanırım bu da değil. Tanrım! kendimi Kadıköy metrosunda hiç tanımadığım biri tarafından bıçaklanmış gibi hissediyorum. Hayatım, karnımdan kasığıma doğru ılık ılık akarken, hani o çok bahsettikleri, hayatın film şeridi gibi gözünün önünden geçme mevzusu var ya tam olarak öyle bir şey. Abartmadığımı umuyorum…
Tarifte zorlandığım aşikâr ama benim de bazı bildiklerim var. Mesela iyi kabarmış bir kek yapmak isterseniz yumurtayı oda sıcaklığında bekletmeniz gerekir. Ne dersiniz faydalı bir tavsiye sayılır mı?
Unutun gitsin! Oda sıcaklığında bekletilmiş insan desem…
Çağrışımı daha kuvvetli gibi, suyun da balığın da kendisi olduğumuz, kendi hakikatimizi yasalaştırdığımız hatta hakikatin satın alınabilir hale getirilmesine göz yumduğumuz, zaman ile de tam uyumlu. Foucault’ya bu cümleyi söyleyebilme imkânım olsa ne düşünürdü acaba? Cümlenin dönemi içindeki tutarlılığında hemfikir olduğumuza inanmayı seçiyorum.
“İnsan” kelimesi ne kadar da kullanışlı değil mi? Belirsizliklerle dolu her türlü genellemeye de oldukça müsait. Bunu avantaja dönüştürmeye elbette çalışacağım. Başarısızlığı tek başıma üstlenmem beklenemez. Böyle bir beklenti Pierre Loti’ ye çay içmeye gitmeseydin, Hüsrev Gerede Caddesi’nde elinde kahve ile yürümeseydin, metroda ne işin vardı, evinde otursaydın gibi anlamlara da gelebilir ki bunları aklınızdan bile geçirmediğinizi ‘hâlâ’ umuyorum.
Belki de başarısızlık ‘hâlâ’ kısmındaki niyette saklıdır.
Oda sıcaklığı kısmına gelince fazla sıcakta beklettiğiniz her şey bozulur. Kullanılamaz hale gelir. Kazara kullanırsanız da sonuçları ölümcül olabilir. Her şey kelimesine insanı da dahil ederek gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki bozulduk. Ne ara ve nasıl oldu? Tahmin yürütebilirim ama açıklayamam. Çünkü bir genelleme yapacaksam eğer insan hamurundaki ekşiden payıma düşeni almam gerekir. Sonuçta suçlu değilim ama ben de başaramadım. Dur demekten dilinde tüy bitmiş, sus demekten iflahı kesilmişlerden biriyim en nihayetinde.
Başaramadığım bununla sınırlı olsaydı avunacak birtakım başka nedenler bulabilirdim. Maalesef daha fazlası var. Diğerlerinin başına gelenleri engelleyemediğim gibi, uyum diye diye unutturulmaya çalışılanları da unutamıyorum. Açıkçası unutmayı denediğim de pek söylenemez çünkü içinde beni ben yaptığına inandığım bazı şeyler var. Mesela Osmanağa Camii’nin önündeki ihtiyarın, yirmi yıllık terazisinde tartılmaya devam etmem gibi. Daha içerden, daha hissi, daha köklü… Anlatması en zor olanlardan, ben anlatamasam da anlaşılmasını umduklarımdan. Sonuçta Paulo Coelho’nun dediği gibi “Hissedilen her şeye cümle kurulamıyor.” Benim de cümle kuramadıklarımdan.
Bir gün unutur muyum? Ya da unutamaz, iflah olmaz bir uyumsuz haliyle de başarısız olarak kalmaya devam mı ederim? Bilmiyorum! Ama sanırım ben bu nitelikli başarısızlığı seviyorum. Bu yüzden sancılı da olsa süreci, sonucunu düşünmeden kabul ediyorum.
Genel kanıya aykırılık seviyemi umursamadan, Edip Cansever’in o sevdiğim cümlesinin tam olarak anlattığı bir çağda “Çok karanlık bir cümlede durmuş gibiyiz” hissiyatında, bir yandan da insana vurmuş en büyük piyangodan ‘unutmak’ lütfundan sebeplenerek devam ediyorum. Tüm olumlamaları, yadsımadığım her gerçekliğe umut olsun diye benimsiyor. Ne zaman güneş çıksa tenime değmesine izin veriyorum.
Şimdi yapıyorum bunu.
Yeniden doğmadan hemen önce.