Yeniden Doğuş Masalı Üzerine İzdüşüm…

Yeniden doğuş mu dediniz insan kardeşlerim: ‘O insanın içindeki savaş, asla bitmeyen, kapanmayan yarasıdır!’

İnsanı yüceltmek ya da inancı değersizleştirmek! İnançta mutsuz ruhların kendini yeni bir bedende görmek istediği, mutsuzluktan kurtulmanın yöntemi olarak gördüğü, varoluşla yeniden doğuş arasına koyduğu, anlamsız biçimlenme arayışının sonucudur. Yoksa, Tanrıyla sorunu olanların onunla hesabını kendi bilinmezine havale ederek hesaplaşma, mutluluğu yakalayamamış olmasının acısına yenilmeme yöntemi demek mi gerek!

Yeni bir şey istemekle, başarılamamış bir şeyi yeniden istemek zıt uçlara yolculuk gibidir! Belki de bütün mesele; dilemek. Dilek tutan yüreklerin, bunu bilmedikleri sonsuza havale etmeleri, ne büyük kayıp insanlık adına!

Yeniden doğuş kavramı; düşüncenin tartışma alanlarından birisi olarak soyut sonuçlara götürürken, dinlerin vaat zincirinin parçası olarak da bilinmeze götürür. Bu bilinmez sarmalına bir de, re/enkarnasyoncuları eklemek gerekir. Onlar vaat edilmiş saydıkları yeni yaşamlarına doğru mistik bir yolculuğa çıkmayı bekleyen miskinler olarak çıkar karşımıza!

Evrende her şey birbiriyle bağlantılı ve bu bağlantı siz var olduğunuz sürece bir anlam taşıyor. Düşünce tarihi de, insanın şifreleri ile inancın şifreleri arasındaki bilinmeyenler üzerine düşünsel tezler, karşıt tezler ve nihayetinde sentez dediğimiz uzlaşıdan ibaret.

Aynı nehirde yüzlerce kez yıkanabilirsiniz, ancak unutmamanız gereken akıp gitmekte olan suda bir kez daha yıkanamayacağınızdır! Siz o ‘an’larla hesaplaşırken yaşamı kaçırmış olmanız, insanın çaresizliğini gösteren derin bir hüzün halidir. 

Hayal etmediğimiz mutlu sonu düşlemek mi, yaratılışın/varoluşun özüne sadık kalıp yenilenmek mi kanımca esas olan bu…

Kendisiyle hesaplaşma cesaretinden yoksun bırakılan kişilikler ve melankolik arayışların insanı düşürdüğü sonsuz hüzün. Biliyoruz ki, hüzün hep taze tutar olgunlaşmamış ruhların acısını. Dönüp insan denen gerçeğe bakın, dijital çağla birlikte düştüğü araftan kurtulmanın çaresini, düşüncenin ve anlamın yüceliği yerine, hırsların ve ihtirasların sığlığında görüyor! Dünyaya dair hırslarından dolayı mutluluğu kaybedenlerin biricik menfaatleri; sonunda kendilerine ait olan hazineyi ‘özlerini’ bulmuş olmalarıdır: Başlangıca dönmek!

İnsan bir aşk varlığı ve bu anlamda Ruh gibi ölümsüz olan tek şey Aşk.  Her ikisinin de sureti değişebilir ama değişmeyen Öz kalıcıdır ve değişmez! Belki de bunu anlamak için, ilkel inanç ve dinlerin tamamındaki bu anlamdan yoksun teslimiyeti yeniden sorgulamak daha yerinde olacaktır.

Bu türden olaylarla karşılaştığımda: Sadakat ve insanı anlama arasındaki gidiş gelişi, en çok istediğinden vazgeçme duygusunu ve bir baba olarak Hz. İbrahim’i ve de Demokles’in Kılıcını ensesinde hissetmeden önce teslim olma becerisine erişmiş kişilik olarak İsmail’i bir de inancını sorgulama gereği duymayan babanın, verdiği söze tartışmasız teslimiyetini düşünürüm. Her şeyden önce de bir kulunun ilkeleri sonucu incinmesine rıza göstermeyen Yaratanı düşünürüm!

Aklı karmakarışık insanın, yüreği kendinden çok uzaktadır. Tıpkı birinci yaşamımda olmadı yakalayamadım mutluluğu, huzuru, dinginliği, kimbilir yeniden doğuşta, başka seferlerde kalmış mutlulukta yakalarım! Sevgi kırıntılarından bile pay alamadığını düşünen birey olamamış insanın, bir narın içindeki taneler gibi, bin kez daha doğmayı bekleme hayali midir yeniden doğuş!

Bir yürek düşünün aşka erişmiş, başka bir yürek düşünün özü değişmiş! Bazen çekilmeyi bilmek gerek özüne, dünyanın göz kamaştırıcı hırslarından, yalanlarından, yanılsamalarından… Her gün yeniden doğmak gerek, özünde bilgelik olan bir ruh olarak. Yoksa korkularımız başarısızlıklarımız, önümüze çıkan fırsatlar, tutkularımız, umutlarımız, tercihlerimiz vb. tüm bunlar değişimin tekdüze algılanmadığı bir bakış açısı gerektiriyor.

Her ‘son’ yeni bir başlangıcı doğurur ama nasıl! Yeni şeyler deneme isteği, beklemek, dilemek yeni bir yol açma ihtiyacıdır. Aynı zamanda kendine çekilmek, kabuğunu kırmamışların en büyük sığınağıdır. Bazen şayet kırmamışsak kabuğumuzu çekilecek bir sığınak aradığımızda ne kadar uzağa gitmiş olsak da onu arar buluruz. Bu insanın özüyle hesaplaşmasıdır ki, insana özgü bir durumdur. O halde ki, bir ruhu özünden koparmak, kabuğunu kırıp çıplak bırakmak doğru bir yöntem değildir. Ama unutmamak gerekir ki, insanoğlunun nobran yanı ne kadar coşkun olsa da, ona dinginlik sağlayan naif bir yanı hep var. Arayış içindeki insana onu bulmasını öğütlemek yerine, kendine/özüne ulaşmasının yolunun göstermek yararlı olandır.

Eşekten Filozof Olur mu!

Yeniden doğuş: Bir kazanda kaynatılmaya çalışılan henüz kavramlaşamamış sözcüklerin ardına saklanmak, tenasüh, enkarnasyon/reenkarnasyon kardeşler! Bir yeniden doğmanın söz konusu olamayacağını aşağı yukarı bilinen kitaplı dinler söylüyor. Ancak inançlar, yerellik ve henüz ilahi kaynağa dayandığını söyleyemeyen yeni dinlerde-inançlarda bile ortak bir görüş oluşabilmiş değil. 

Şaman her törende ölüp parçalanıp yeniden doğuyor, Uzakdoğu mitolojisinden beslenen inanışlar yeniden doğuşu aşağı olanın yücelmesi ya da yaratılan/varolan üzerinden doğaya saygıyla bir eşitlik anlayışı yaratma çabasında. İneği canlı olmanın dışına çıkarıp kutsayan bir algıda, öküzlerin kendi tanrılarını seçmeleri kadar normal bir şey olamaz sanırım. Hatta Ramayanalara kadar yücelmiş bir düşünce birikiminden, eşeklerin de filozof olabileceğini söyleme noktasına indirgemiş bir topluluğun elinden bu son kozlarını da almamak lazım! Aksine “Ruhunuz hiç öküz olmuş mudur ya da eşek filozof tanıdığınız var mı!” diye sorarak aydınlanma yaşamanız insanlık adına belki de hayırlı olacaktır.

Yeniden doğuştan anlaşılması gereken: Düşüncenin sürekli beslenerek yeni fikirlerde yeniden doğmasıdır. Keşke mutsuzluktan beslenenlerin kastettikleri bu olsaydı da birlikte düşünerek yürümüş olsaydık yaşam denilen yolculuğu demek geçiyor insanın içinden.

Günümüzde henüz sağlam bir kurgu yaratılamamış olsa da; fantastik edebiyatın vazgeçemediği yeni başka dünyalar, yeni hayatlar, biçimsel dönüşümler vs. Hayal gücünde son nokta demek yerinde olurdu ama henüz yolun çok başındayız. Aslında sanatın ve edebiyatın ilgi alanlarından birisi olarak görülse veya öyle bırakılabilse Alis Harikalar Diyarında türünden büyülü bir dünyada olağan bir yolculuğa çıkarır insanları. Belki bir nebze düşünme yetisini kullanmak yerine, çareyi ötekinde arayan varlıkların düşünmesine zemin hazırlar.  Birey olmak düşüncenin sonsuz yolculuğunda aramakla sorumlu olduğu ‘şey’i hedeflemekle eşdeğer. Şey’e yolculuk sıradan aklın metodolojisiyle gerçekleşmesi zor olan, ancak sonucunda insanın kendisine de rastlayacağı kutsal bir yolculuk. Hiçbir öngörü olmadan, başkasının verebileceği bir haber olmaktan çok daha fazlası; bir kırılma anı. En yalnız, çıplak ve çıkarsız olduğumuz anda yolumuzun üzerinde bulacağımız ve kendisinden asla kurtulamayacağımız şeye ulaşma durumu: Öz!

Yerinde bir deyimdir hiçbir tohum asla çiçeği göremez. Bu bir dönüşme halidir, ancak bir yeniden doğuş değildir. Bu anlamda belki de Zerdüşt gibi önce yalnızlıkla yürümesi gerek boşluktaki insanın!

İnsan parçası olduğu doğanın içindeki sonsuz sayıdaki hareketli ve hareketsiz hücre ile birlikte yaşıyor. Ancak hiçbir zaman öküze dönüşen bir insan, ya da Burida’nın Eşeği esprisini bir yana bırakırsak insanlık adına derin insani ve toplumsal kaygıları olan bir eşek göremezsiniz. İnsanın aklının her şeye yettiğini düşünmesi bir saplantıdır. Öyle ki, akıl hiçbir zaman sağlıklı bedenin idrakinde olamadan düşünür. Burada bilinmesi gereken, yaşam denen şey, varolan her şeyi kuşatan bir korodur. İnsan da, olsa olsa o koronun şefidir diyebiliriz!

Düşüncenin çıkarımlarını kullanmayıp yarı yolda kaldığımda, espri olarak; ey aklım sen Şamansın diyorum. İyi ruhları gökte saklayıp, kötü ruhları yeraltına hapsederken, yeryüzünü insanla şereflendiriyorsun. Şaman inancı, doğa tutkusu üst seviyede bir ritüeller bütünü olarak algılansa ve bu bilinçle hareket edilse bunun mala-davara hatta insanlığa bir zararı olmayacak. Tıpkı birbirinden farklı ancak tamamlayıcı enkarnasyon-reenkarnasyon gibi. Ama kendilerine tanrısal alan açmak isteyenlerin bir de taraftar bulma çabası var ki, düşünce yetisini kullanamama zaafı. Yaratıcı ile yetinmeyip, araya birer tebliğci konduran dinlerin de bunda payı yok mu! Düşünmenin metodolojisi, henüz insanın tekamülünü gerçekleştiremediğini söylemeyi zorunlu kılıyor.

Spritualist/ruhçu yaklaşım da bunlardan farklı değil: Ruh kavramının kutsallaştırılması! Esas olan ruhtur ve o asla yok olmadan farklı beden ve biçimlerde yeniden fiziksel bir duruma kavuşur. Bedeni kabuk olarak görmek ya da ruhu bir aracı olarak görmek düşünsel açıdan bir tez, ama senteze ulaşması mümkün görünmeyen bir düşünce…

Çünkü enkarnasyonu evrenin vazgeçilmez bir parçası sayanların tutunduğu dal; yeryüzünde yaşayan varlıkları tükenmeyen fenomenler olarak görmeleri. Oysa türler skalası başka bir şey söylüyor. Bu gidişle canlıların hızla azaldığı. Oysa ruhlar yüksek varlık tarafından sürekli olarak yaratılmakta. Bir gün gelecek belki de bu ruhlar reenkarnasyon sürecini tamamlayacak fiziki varlık bulamayacaklar! Tıpkı dinlerin büyük günah ve büyük ödül için öte tarafı vaat etmeleri kadar özürlü bir anlayış. Oysa insan cenneti de cehennemi de içinde yaşıyor!

Yeniden doğuş, inançlar, dinler ve felsefeler arasından yapılmaya çalışılan derlemelerden oluşturulmaya çalışılan, düşünsel ucu daha çok metafizik kavramlardan medet uman, ama hedef kitlesi insanın devşirilmesi olan bir görüş. Ruhun bile bilimsel bir olgu olamadığı bir dünyada, ölüyü diriltmeye çalışma beklentisinin anlamsızlığı.

Yeniden doğuştan insanlığın yeni bir düşünsel rönesansa ihtiyaç duyduğunu mu anlamalı! İnsanın uyanışı ve düşünsel rönesans ile kitlelerin canlanması, içinde yaşadığı dünyaya dikkat çekecek yöntemin adıdır.

Ruh göçü/taşınımı her gelişte bir insan bedeninin kabuğunu yardığını düşünün, önce erkek, sonra dişi her iki tarafı da çok iyi bilen ve deneyimleyen, sonrasında da bu ikisinde bir şey çıkmadı bir de üçüncü cinsi deneyelime kadar uzanan bir süreç. Böyle bir ruhun iyi kalması, ya da eğer ruhlar âleminde ikinci el telefonlar gibi atölyede bakıma alınmıyorsa, sapkın ve daha çok yaralı bereli ruhlar mı dolaşsın istiyoruz ortalarda! Şakası bir yana insanlığın sekizde biri bu kutsanmamış inançla bağlantılı…

Eksik kaldıklarını düşünenlerin, yaşlanan ruhların hem buradan hem gelecekten umudunu kesenlerin önüne sunulacak harika bir tez: Üzülmeyin insan kardeşlerim, ümit var olun, bu dünyanın tadına varamadan gidiyorsun ama ruhun yeniden doğuşunda bütün eksiklerini tamamlayacak. Bundan daha büyük cennet vaadi olabilir mi! En azından tanıdık, bildik bir cennet sunarak, insanı en üstün nimeti aklına rağmen aldatmayı kolaylaştırıyor!

Zaten hepimiz biraz Şaman, biraz Zerdüşt, biraz Budist değil miyiz! Özellikle büyük pişmanlıklar yaşayan kişilikleri kurtaracak kestirme ve ispatlaması zor vaat oyalamak ya da yeni bir masal yeniden doğuş! Öyle ki, ne utanmaya, hınca, sempatiye ve aşksızlığa gerek bırakmayacak kadar net. Sen başkasının ruhunun getirdiği ayıpların mirası ya da iyilikleri üzerinde hak sahibi değilsin. Hatta öldüğünde nereye gideceğim derdin bile yok. Bedenin doğayla ruhun yeni bir bedenle biçimle bütünleşiyor.

Budha rahmetli adına üzülmeden edemiyorum. Bu yanıyla Dalay Lama’nın bile umudu kesip bilim insanlarına havale ettiği konunun hiç edilmesi üzücü. Budizmin hayattaki acı, ıstırap ve tatminsizliğin kaynaklarını gösterip, gidermeye yönelik teorisi hiç ediliyor: Zavallının iyi insan yetiştirme öğretisi, rayından çıkmış trenin vagonları gibi bütün inançları zehirliyor. Keşke Budha’yı anlayacak mantığı ve beyni olsaydı yeni oluşan kitlenin!

Evrimini tamamlamamış büyük dinlerin insanlığa en büyük armağanı kanımca, mevcut dinlerden kaçanların kendilerine bulduğunu sandığı sığınak. Teoloji bilimi ve de teologların bu anlamsız sığınakta paylarının olup olmadığını düşünmeleri ve kendilerini sorgulamalarının zamanı geldi de geçiyor!