Benden köşe bucak sakladığı kutuyu açtım. Takvimden haberim yok sanıyor. Bu ayın yıldızlı günü 21 Mart, sağına soluna da küçük yıldızlar serpiştirmiş Bahar. Ayın on beşinden sonra üstüme atlamaya başlar. Memur maaşı tadında sevişmeler, gözlerimizi kapar, vazifemizi yaparız. Ah, Bahar! İlle de çiçek açmak mı gerek? Olmasa da olur dememe rağmen takıntı yaptı. Olması güzel elbet, varlığıyla çoğalır insan, kabul, ama bu bizimkisi yokluğuyla eksilmek. Bak Bahar, küçücük kaldık sayende.
Biraz etrafına bak dedim geçenlerde, demez olaydım. Bahçedeki ağacı kesmiş üst komşu. Bahar beni balkona çağırdı, ağlamaktan konuşamıyor. İnsan yemyeşil ağacı nasıl keser? Sesim yükselince, katil dışarı çıktı. Neymiş efendim, manzarası kapanıyormuş da hava alamıyormuş. Tez zamanda nefessiz kal inşallah! Bir rüzgâr çıkmaya görsün, balkonu pislikten geçilmiyormuş. Sensin pislik! Niye uzatıyor muşum ki meyve bile vermiyormuş zaten. Bahar yüzünü kapatıp içeri koşunca sövüp saydım adama. Çıkarcı pezevenk, senin gibi meyve olmaz olsun.
O günden beri içine kapandı Bahar’ım. Yanıma sokulmak için gün de saymadı. Yıldızlı günün sabahında gizlice işe koyuldum. Akşamında köşedeki çiçekçiden aldığım nergislerle kapıdaydım. Bahar kapıyı açmadan aldı kokuyu biliyorum. Çiçek gibi bakıyordu bana. “Gördüm” dedi, “bahçedeki palmiye fidanını.” Sarıldık. Belki bir çiçekle bahar gelmezdi ama bir gecede eşitlenirdi hayat. Bundan böyle ne eksik, ne fazla!