Uzun bir süredir feminizm ve gözetmek, feminizm ve kapsamak üzerine zihnim çalkalanıp duruyor. Gözetmeyen ve kapsamayan bir dayanışma, kimle dayanışmadır, dayanışacağımız “makbul” kadınları seçmek ne kadar etiktir? Her ay onlarca şiddetten hayatta kalan kadınla görüşüyorum. Bazılarının hayatta kalma mücadelelerini yazıyorum. Bazılarınınsa erkek şiddetinin hayattan kopardığı anneleri, kızları ve dostları için verdikleri adalet mücadelelerini. Gözlemlediğim kadarıyla bazı kadınlarla dayanışmak, onlar için adalet istemek her birimizi ortak ve sağlam bir zeminde toplayabiliyor: Emine Bulut, Özgecan Aslan, Sadife Yüzer cinayetlerinde olduğu gibi. Bazen de artık kendi üzerimize yüklediğimiz sorumluluklarımızdan mıdır nedir(?) hayatta kalabilmek için ‘yeterince dikkatli olmayan’ ve ‘kendini koru(ya)mayan’ kadınları açıktan olmasa bile içten içe kınıyor ve ‘şöyle yapsaydı’ diye tavsiyeler veriyoruz: Edanur Kaplan, Pınar Gültekin ve Esra Hankulu’nun ölümlerinde olduğu gibi. Tabii bunu yaparken kadını değil faili suçlamanın ince çizgisini atlamadığımız için vicdani sorumluluklardan da tereyağından kıl çeker gibi kurtuluyoruz.
Peki, gözettiğimiz ve dayanıştığımız kadınlarla daha az gözettiğimiz ve dayanıştığımız kadınlar hayatımızın neresinde duruyor? Özellikle şiddetten hayatta kalan kadınları düşünün. Heteronormativenin dayattığı “Gece 3’te orada ne işin vardı?” soruları bu kadınları, etlerinden et koparıp günah keçisi ilan ederken yardım ve dayanışma arasındaki farkı kavramak ve içselleştirmek çok mühim.
Daha az dayanıştığımız ve gözettiğimiz kadınlar arasında kendilerini şiddete maruz bırakan erkeklere geri dönen, o erkekleri hâlâ seven kadınlar da var. Bunun en canlı ve en güncel örneği Berfin Özek. Casim Ozan Çeltik iki yıl önce yüzüne asit dökerek onu ağır bir şekilde yaralamıştı. Tüm ülke hep birlikte seferber olup Berfin için adalet istemiştik. Sonra öğrenmiştik ki Berfin, cezaevindeki Casim’le mektuplaşıyormuş ve Casim’in ailesinin evine taşınmış. Bir anda ortalık yangın yerine döndü. Berfin kendisine bunu yapan erkeği nasıl hâlâ sevebilir, nasıl kendisine bunu yapan kişiyi affedebilir? Açıklamalar, kınamalar ve korkunç gazete manşetleri peş peşe geldi. İşler, “Ne hali varsa görsün”e kadar gitti. Berfin’in avukatı yaşanan gelişmeler sonucunda Berfin’in avukatlığını üstlenmeyi etik olarak doğru bulmadığını yazdı sosyal medya hesabında. Berfin’se devam etti, kendisini asitle yaralayan erkekle Aralık 2021’de evlendi. Tüm kadınlar için artık işler daha farklı bir boyuta taşındı, kadınların çoğu Berfin’le dayanışmanın arasına beton duvarlar ördü. Güvenli ve ihtiyatlı beton duvarlar ardında Berfin’in başına bir şey gelirse “Ama biz yapma demiştik” demek için bekliyorlar. Ama Berfin tek değil, kendisini şiddete maruz bırakan erkeklere sebeplerle geri dönen, faille barışan pek çok kadın var Türkiye’de. Bunun korku, tehdit, geçim sıkıntısı ve sevgi gibi pek çok gerekçesi var.
Hatırlıyorum, yaklaşık iki yıl önce eşinden şiddet gören İzmir’den bir kadın bana ulaşmış ve medyada sesini duyurmak istediğini anlatmıştı. Bana, “Bu korkunç adamdan artık boşanmak istiyorum, dayak yemek istemiyorum” demişti. Aynı kadın aradan bir gün geçtikten sonra haber yapılmasını istemediğini çünkü eşini sevdiğini ve onunla barıştığını söylemişti. Hatırlıyorum, kadına hiçbir şey söylemesem de bu nasıl olabilir diye müthiş öfkelenmiştim. Bugünse adını güvenlik gerekçesiyle paylaşamayacağım, maruz bırakıldıklarını haberleştirdiğim, gördüğü şiddet nedeniyle aylarca komada kalan bir başka kadın kendisine şiddet uygulayan erkekle barıştı. Kendisine ulaşmaya, konuşmaya çalıştım ancak başaramadım. Bu kadının tehdit edildiğini düşünüyorum, belki de bu geri dönüşü kendimce gerekçelendirmeye çalışıyorum. Göz göre göre hayatını tehlikeye atan, bizleri her Allahın günü acaba bu akşam başına bir şey gelecek mi endişesi içinde bırakan bu kadınlarla etik ve politik olarak dayanışmayı doğru bulmayan kadınlar var.
Son cümleme bir de uzaklaşıp diğer köşeden bakalım: Bu kadınlarla arasına toplu bir şekilde mesafe koyup onları yalnızlaştıran kadınlar var. Yıllardır meydanlarda “Dayanışma yaşatır!” sloganları atıp pankartlar taşıyoruz. Peki, lütfetmeyip dayanışmamıza etik ve politik nedenlerle layık görmediğimiz kadınlara ne olacak? Şiddet failine dönen kadınların bile bile lades olduğu ne malum, birinin değiştiğine inanmak, inanmak istemek olabilir. Derin yoksulluk ve kadın yoksulluğunun insanı mecbur bıraktığı şeyleri saymıyorum bile. Kendine yardım etmek istemeyen birine ben yardım edemem algısınıysa açık söyleyeyim çok sorunlu buluyorum.
Sistematik şiddetin normalleştirildiği bir kadın ‘tokat’ ya da ‘evlilik içi tecavüzü’ şiddet olarak tanımlayamayabiliyor. Geçen sene evli olduğu erkek tarafından bıçaklanan bir kadınla görüşmüştüm. Erkek kendisini bıçaklayıp sonra hastaneye götürmüş. Daha önce şiddet görüp görmediğini sorduğumda bana “Hayır” yanıtını vermişti. Ama konuştukça erkeğin kendisini daha önce tekmelediği ve cinsel birlikteliğe zorladığını, para vermediğini anlattı. Bu kadın bıçaklanmak haricinde yaşadığı hiçbir şeyi şiddet olarak tanımlamıyordu. Durumun böyle olduğu pek çok kadın var. Yalnızlaştırılan ve dayanışmanın dışına itilen kadınlar sandığımızdan çok daha fazla. Sesini bir kere çıkarmaya cesaret edebilmiş bu kadınları yok sayarak onları faile mahkûm bırakıyoruz. Bu şekilde aforoz edilen kadınlar seslerini tekrar çıkarıp yaşadıklarını anlatma gücünü kendilerinde çok daha zor bulabiliyor.
Bu yazıyı yazmaya karar vermek benim için kolay olmadı, amacım kadın mücadelesini tartışmaya açmak değil. Hayatta kalan, erkek şiddeti sonucu hayatını kaybeden kadınlarla yaklaşık üç yıldır birebir temas eden biri olarak, şiddet faillerini affeden, onlarla barışan kadınların neler yaşadığını ya da yaşamış olabileceklerini anlatmak istedim. Bizleri belki de hayatta tutan en önemli şeylerden biri olan etik ve politik duruşumuzun bazen dayanışmanın, kapsayıcılığın, gözetmenin, kadının kadının yurdu olmasının önünde engel de olabildiğini sizlerle paylaşmak istedim.