Mikroscope’un 10. Sayısı için sizlerden kısa öyküler yazmanızı istedik, sizler de yazdınız, çok teşekkür ediyoruz. ‘Toplumsal Cinsiyet’ ve özellikle kadınların maruz bırakıldığı beden algısı ana temamızdı ve bu defa ‘Güzel bedenim benim” dedik. Dış dünyayla sınırımızı belirleyen, hiçbirinin diğerine benzemediği o biricik bedenlerimizin biraz daha yakından bakılmaya, şefkatle yaklaşılmaya öyle ihtiyacı var ki. Henüz küçük bir kız çocuğuyken giydiklerimizle, saçımızın şekliyle, oturup kalkmamızla, oynadığımız bebeklerle itildiğimiz kalıplar, ezberletilen kurallar, sinsice çizilen sınırlar dünyasında birbirimize baka baka iyice acımasız olduk bedenlerimize. Karşılaştırdık, eleştirdik, beğenmedik. Hareketlerimizi bile kısıtladık. İçimizden geldiği gibi değil, olması gerektiği gibi yürüdük, dans ettik, hatta dans edemedik. Yüzyıllardır o kadar kapadık ki gözlerimizi, üstümüzdeki baskıyı göremez olduk. Derimize nüfuz etti, hücrelerimize ince ince nakşoldu. Ruhlarımıza sızdı. Biz kadınlar doluyuz aslında. Ağzımızı açtığımızda söyleyecek pek çok derdimiz var. Kuaförlerde, güzellik merkezlerinde zaman ve para harcamalıyız ki her daim bakımlı olalım. Tüylerimizden, tırnağımızın şekline; topuklarımızın yüksekliğinden kirpiklerimize tek tek ilgilenmeliyiz. Yaşlanmamalıyız. Yüzümüz kırışmamalı. Sağlıklı ve tam olmalıyız. Bedenlerimiz incecik, cildimiz bebek gibi, saçlarımız pırıl pırıl parlamalı. Neşeli, uyumlu, taptaze kalmalıyız. İstesek de istemesek de bedenlerimiz karşı tarafın arzularını besleyecek kadar neşeli, uyumlu, taptaze olmalı… ve dahası. Ufak ufak silkeleniyoruz. Fark ediyoruz üstümüzdeki ağırlıkları. Görmemiz, konuşmamız gereken çok ayrıntı var. Çoğunluğun kiloyla olan derdi sanırım ilk adımlardan biri, belki de bu nedenle sizlerden gelen öykülerin hemen hepsi kilolu olmakla ilgiliydi. Dolayısıyla seçilen öykülerde bunun yansımasını görüyoruz. Olsun bir yerden başlamalı. Başladı da.
Yazmaya devam. Yeni öykülerinizi bekliyoruz.