Camdan cama savrulan saydam kanatları seyretti. Evyeye damlayan musluğun dokunaklı sesi. Açık sarı örtüyle kaplı köşedeki kanepenin kolunda mola verdi. Hayatının ilk molası mı? Bunu kimse bilmiyor.
“Kelebek kondu. Nasıl girmiş içeri?”
“Bilmiyorum canım. Çıkar herhalde. Üstünü giydirelim.”
Minik dallar baş veriyor ceketin kollarından.
“Bisikletimi alalım anne”
“Kıpırdama da bağcıklarını bağlayayım”
“Hadi çabuk ol. Herkes oyun oynuyor aşağıda. Geç kaldım ben”
Tomurcuklu ağaçlar çiçeğe kesmiş. Pembe beyaz gölcüklere yansımış ilkyaz. Dışarıda demir parmaklı yeşil denizde koşturan küçük ayakların tıkırtısı.
Mutfak tezgâhında bulaşık, çaydanlığın demliğinde geceden kalan su. Soğumuş. Hafif nemli giysiler makinada, kırmızı, turuncu, sarı mandallarla kurutulacak. Akşama bir tencere yemek pişirmeli. Oyuncaklar var toplanacak. Akan musluğun ritmik damlaları. Bir köpek çöpleri karıştıran çingenin arkasından havlıyor. Bir adam sokağa tükürüyor.
“Anne ayım nerede?”
“Buluruz canım.”
“Arabalarımı dizmiştim, yok olmuşlar”
“Bakarız canım.”
“Anne, kelebek nerede?”
“Uçmuştur canım.”
“Ama uçamaz ki. Pencere kapalı. Nereye gitti?”
“Bağırma oğlum. Biraz yavaş. Başım ağrıyor.”
“Yine mi? Hadi gidelim.”
Oysa titrek kanatlarını gövdesinin üzerinde dimdik birleştirmiş. Ömür geçer dört duvar arasında. Hangisi kanepenin örtüsü, hangisi pullu bedeni belli değil. Dolabı açıyor. Lavanta kokulu cüce giysiler. Cebine sığan boş not defteri. Terapistin önerisi. Yaz demişti. Duygularını yaz. Şimdi başlamalı.