Seher içinden kopup gelen her şeyi yakıp yıkma isteğini, olanca masumluğu ile uyuyan beş yaşındaki oğlunun hatırına bastırarak, mutfağa yöneldi. Başkaları tarafından sürekli tüketilen hayatına uzaktan baktı.
Kahvesini yaparken aynada göz ucuyla kendini inceliyordu, aksinden korktu; beti benzi sararmış, zaten seyrek olan saçları soğan püskülü gibi dağılmıştı.
Merhaba, ben Seher, ben aldatılmış Seher, ben ailesi tarafından bile önemsenmeyen Seher. Acı acı güldü. Deliriyorum galiba!
Köpüren kahvesini son anda ocaktan çekip, “Bak, baykuşları çok seversin görünce hemen aldım,” diye sahte sahte gülen kocasının ağzına boca edercesine kahveyi baykuşlu kupaya boşalttı. Paketten çektiği bir dal sigarayı dişlerini sıkmaktan büzüşmüş dudaklarına götürdü.
Her şeyin yolunda olduğunu sandığı günlerdi, gelen bir telefonla öğrenmişti, hiç yapmaz, aldatmaz, beni üzmez, dediği eşinin onu aldattığını, yüzleştiğinde de hiç inkâr etmemiş “Boşanalım, sen şimdi bunu benim kafama kakarsın,” demişti.
Kafana kakmak mı kafanı kırmak istiyorum ya hadi neyse. Bundan sonra olacaklar, olmayacaklar, evden taşın, oğlanı tek başına büyüt, güçlü dur, acıma, acırsan acınacak hallere düşersin, para; en büyük sorun, olsun halledersin, güçlüsün sen, ailene çok takılma, ağlamayacaksın, önüne bak, akıllı ol, bir daha kazık yeme, akıllan, akıllan…
“Ramazan abi işin yoksa şu gazete ilanındaki arabaya bi gidip bakalım?”
Seher’in küçüklükten beri tanıdığı Ramazan, babasının köylüsüydü. Muhlis, kendi halinde bir adamdı. Başındaki tığ örgülü takkesi, elinden hiç düşürmediği tespihi ve koltuğunun altındaki seccadesiyle seke seke camiye gidişi ve güleç yüzü ile tanınırdı mahallede.
“Kızım, annen demişti ‘Seher de ev alacak hayırlısı ile’ diye, ne oldu vaz mı geçtin?
“Yok abi vazgeçmedim de parayı toparlayamadım, kardeşler de yan çizince arabayı sattığımla kaldım. Hayırsız adam bizi dımdızlak bırakıp gidince, babam da ‘Kardeşinize sahip çıkın, bir ev alalım’ dedi. Yüzüne, ‘Olur baba, tabii baba,’ diyen kardeşlerim ‘Babam da bizi çok zengin sanıyor galiba,’ demişler anneme.
“Tüh yaa yazık olmuş desene, baban da çok istemişti senin ev sahibi olmanı.”
“Öyle, kısmet işte. Kardeşlik falan çok da önemli değil bu saatten sonra.”
“Deme kızım öyle, ne yapacaksın hepsinin bir geçim yolu vardır.”
Ramazan ve Seher ilk fırsatta gazete ilanındaki arabayı görmek için yola koyuldular. Kara Kuvvetleri Komutanlığı yazan tabelayı görünce gururlandı Ramazan:
“Vay canına kurban olduğum askerimiz, bi tanedir. Harika bir araba alacağız sana Seher kızım.”
“İnşallah abi, bak bak şu gelen olsa gerek.”
Koşarak yanlarına gelen ufak tefek adamın gözleri fır fır dönüyordu.
Asker üniforması ile gelmiş, günlerden cumartesi, sahi neden sivil değil?
“Hanımıma almıştım ben bu arabayı, ‘Küçük, kullanmam,’ dedi, ondan satıyorum. Vallahi iki ay bile kullanmadı. Yeni, yepyeni yani.”
“Beyefendi, asker misiniz maşallah, rütbeli de bir askersiniz galiba?”
“Evet beyefendi. Siz de kızınıza alacaksınız arabayı sanırım. Hiç pişman olmazsınız, inanın pırıl pırıl tertemiz.”
Ramazan, adamla güven ilişkisi üzerine başlayan sohbetinden çok mutluydu. Seher’i kızı sanması da ayrıca pek hoşuna gitmiş hiç bozmamıştı.
“Abi bi göstersek mi, ne diyorsun?”
“Valla kızım ben çok güvendim adama, dürüst. Şöyle bir baktım da tertemiz araba.”
“Öyle mi diyorsun abi, e peki madem. İşlemleri tamamlayalım o zaman.”
Seherin evrak işleri ile uğraşırken nasıl bunaldığını gören Ramazan, sonradan aklına gelmiş gibi kızı telaşla kenara çekti.
“Seher kızım, var mı bir ihtiyacın, hani çok olmasa da biraz destek olabilirim sana. Noteri falan…”
“Aman abicim, olur mu hiç öyle şey, teşekkür ederim. Merak etme, hepsinin parasını ayırdım.”
“Ya öyle mi diyorsun, peki. Soracağım da bi çekiniyorum ama haber var mı?”
“Kimden abi?”
“Aman işte şu hayırsızdan, adını anmayayım, dedim. Arayıp soruyor mu çocuğu falan, nafaka falan veriyor mu bir şeyler?”
“Yok abi ne arayacak, ne verecek. O şimdi hürriyetini ilan etti, biraz eğlensin de durulur, elindekileri tüketsin, çıkar piyasaya.”
“Allah’ım sen akıl fikir ihsan eyle yarabbim.”
Kısa zamanda işlemleri tamamlayıp arabayı aldılar. Seher yeni arabasıyla mutluydu. Dağılan hayatını yoluna koymaya çalışıyordu. Ramazan Seher’e yardımcı olduğu için gururlu, onun sıkıntılarının düzelmesi için de Allah’a duacıydı.
“Seher nasılsın kızım, var mı bir şikâyetin arabadan, iyi di mi?”
“İyi abi, geçenlerde bir ses geldi motordan sandım ama yol kötüydü sanırım.”
“Tabii öyledir, iyi araba iyi, hadi sağlıcakla kal Seher kızım.”
Haydaaa ne oldu şimdi farlar mı gitti, hay Allah. Gelen geçen arabaların selektörleri ve korna sesleri ile sağa yanaştı Seher. Tunalı Hilmi’nin arka sokağında, yolun ortasında kalakalmıştı, Karamsarlıkla etrafına bakarken içinden geçirdiği olumsuz cümleleri aklından savurmaya uğraşıyordu. Bu sadece basit bir elektrik kontağı sorunudur, şimdi halledeceğim. O anda gördü köşedeki Oto Elektrik Tamir Atölyesi yazan tabelayı. “Sen şanslı kadınsın Seher,” dedi, kendini inandırmaya çalışarak.
“İyi akşamlar, arabama bakabilir misiniz rica etsem, birden farları kapandı, ne yaptıysam açamadım.”
“Hoş geldin abla. Bakalım tabii. Zaten yabancı değil bu araba.”
“Aaaa pardon, nasıl değil, ben ilk kez getirdim size?”
“Olur mu abla ben tamir ettim bu arabayı. Bak bu ön paneli komple değiştirdik. Geldiğinde haşattı ama ne güzel yapmışım di mi? Birebir orijinal malzeme ile değiştirdim. Hiç belli bile olmuyor.”
“Emin misiniz kardeşim? Ben bu arabayı alalı daha bir ay bile olmadı.”
“Abla ben sana kâğıtları gösteririm. Neler yapmışız, neleri değiştirmişiz bakarsın. Ama endişelenme valla on numara beş yıldız yaptık. Hiç anlamazsın, zaten de anlamamışsın bak.”
Tamirci yaptığı gafın farkına varsa da sonunu nasıl toparlayacağını bilmediği bir konuşma içerisine dalmıştı. Her şeyi bırakmış nasıl mükemmel bir tamir yaptığı konusunda Seher’i inandırmak için nafile bir çaba içine girmişti.
“Yani aldığında gösterseydin de diyorum, anlamazlardı öyle iyi yaptık.”
Seher bu yaşadığım bilmem kaçıncı hayal kırıklığı diye düşünürken, ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu Yok artık bu hayatta bir kazık yemeğe daha alışmak istemiyorum.
Tamirciden çıktığında arabanın farları Seher’in öfkesi gibi yanıyordu. Ufak tefek, fırıl fırıl gözleri dönen askerin “vuruğu, kırığı, boyalı yeri yok her bir şeyi tertemiz” diye sattığı arabanın neredeyse değişmemiş parçası kalmadığını öğrenmiş, eski kocasından ailesine kadar herkesin potansiyel yalancı ve üçkağıtçı olabileceği fikrine iyice inanmaya başlamıştı.
“Ramazan abi biliyor musun asker bizi kandırmış. Bak sen şu Allah’ın işine ki koskoca Ankara’da farları yanmıyor diye götürdüğüm tamirci arabayı baştan sona yenilediğini itiraf etti.”
“Allah Allah gerçekten mi Seher kızım, vallahi nasıl helal bir paraymış bu seninki.”
Ahh Ramazan abim. Ben ne diyorum o ne anlıyor, işi helale harama getirmesen olmaz di mi.
“Ben gidip o adamı bulacağım, bu yaptığının hesabını soracağım. En azından bizi kandıramadığını anlasın.”
“Tabii kızım çok günah yaptığı, ben de geleceğim iki çift lafım olacak.”
Adamın çalıştığı askeriyeye gittiklerinde sakin olacaklarına dair birbirlerine söz verdiler. O koşarak yanlarına geldiğinde, Seher selamsız sabahsız lafa balıklama daldı:
“Beyefendi biz size güvendik, arabayı göstermedik. Bu yaptığınız çok ayıp değil mi? Resmen bizi kandırmışsınız.”
“Nasıl yani, ne kandırması?”
“Kaza yapmışsınız, arabanın değişmedik parçası kalmamış.”
“Aa yalan yahu olur mu öyle şey, yani birkaç yer, önemli değildi, orijinal parçalarıyla birebir aynı.”
“Bize söylemeyi hiç düşünmediniz di mi beyefendi?”
“Yani çok da gerek görmedim sonuçta parçalar orijinal diyorum size.”
Afallayan adam Ramazan’dan medet uman gözlerle bakmaktaydı ki Ramazan atıldı:
“Lütfen inkâr etmeyin beyefendi. Bakın bunlar bu arabanın değişen parçalarının listesi, biz size sorduk söylemediniz, yaptığınız Allah katında günahtır, yanınıza kalmaz. Çoluğunuzdan çocuğunuzdan çıkar, bu gariban kızı kandırdığınız için Allahu teala sizi affetmez.”
“Aman Ramazan beyciğim, tövbe deyin çoluk çocuğu niye karıştırıyorsunuz canım aaa? Evet çarpıldı arabaya ama değiştirdim, tüm parçalarını orijinalleri ile birebir değiştirdim, vallahi de billahi de.”
Adam çoluk çocuktan çıkar lafını duyunca iyice paniklemiş istemsiz bir şekilde eliyle kulağını çekiştirip vuracak bir tahta aramaktaydı ki Seher öfke ile bağırdı:
“Tahta yok, kafanıza vurun bence. Ben neden sizin çarpılmış arabanızı alacaktım ki? Sordum di mi bir yamuğu varsa söyleyin, ben bu parayı çok zor bir araya getirdim, çocuğumun rızkı dedim.”
“Evet dediniz. Nasıl büyük bir tesadüf gidip de o tamirciye girmeniz çok ilginç çok. Allah’ın işi diyeceğim de, neyse şimdi Allah’ı karıştırmayalım. Bakın sizden aldığım para bitti bile, küçük bir meblağ kaldı. Onu size vereyim helalleşelim.”
Ramazan arabayı birine göstermeme konusunda Seher’e telkinde bulunduğu için kendini de sorumlu hissediyordu. Yavaşça kulağına fısıldadı.
“Seher kızım şimdi mahkeme falan uzun sürer, alalım mı şu parayı, alıp da gidelim mi ne dersin?”
“Benim derdim para değil aslında beni kandırmasına çok içerledim. Ama doğru diyorsun almak zorundayım, çocuğumun rızkı o para. Arabayı satmaya kalksam zaten düşük fiyata gidecek. Keşke param olsaydı da almasaydım, bir de rezil etseydim şunu ama bu tür adamlarda utanma yoktur ki, anlamaz bile.”
Hesap numaralarının olduğu kartı adama uzattı:
“Lütfen en geç yarın havaleyi yapın, helalleşme konusuna gelince, önce kendinizlehelalleşin de gerisi gelir.”
Ramazan ve Seher arkalarını dönüp giderlerken adam elindeki karta bakıyor ve hâlâ kendi kendine konuşuyordu:
“Ama orijinal parçalar onlar.”