Yazar. Ayrıca Medyascope'ta Zeytin Dalı ve Sabun Köpüğü programlarını hazırlayıp sunuyor.

Ve bir yılı doldurduk işte… Giderek artan okur kitlemiz ve Mikroscope’u sarıp sarmalamaktan vazgeçmeyen inatçı bir yazı ekibiyle buradayız.

 

Bu sayımızda emeğe dair birçok konunun altı çizildi. Hemen her sayımızda olduğu gibi bu temaya da çok farklı perspektiflerden bakıldı. Örneğin sevgili hocamız Aslı Tunç, Sally Rooney’nin, Emrah Serdan tarafından dilimize yeni çevrilmiş kitabı Güzel Dünya, Neredesin?i yorumlayan yazısı için söz konusu ‘emek’i ilişkilerde düşündüğünü söylüyor. Gerçekten de en büyük emeklerden biri orada saklı değil mi?

Bu sayının Mercek yazısı belki tam da bu yüzden çok sevdiğim bir sevda şiirine teyelleniyor. Sivas’ta yitirdiğimiz Metin Altıok’un o tanıdık dizelerine:

 

Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden,

Bir yüzük bükerek hoşça kal sözcüğünden.

Bir yüzük yaptım belli belirsiz,

Eski bir gramofon sesinden.

Bir yüzük serçe parmağın için,

Bulutsuz bir gecede kayan yıldız izinden.

Bir yüzük yaptım terli bir yüzük,

Avucumdan geçen ince hayat çizgisinden.

Yanmasını bilen bakır bir yüzük,

Evime akım taşıyan elektrik telinden.

Bir yüzük yaptım, bir yüzük ki;

Yıllardır dinmeyen ormanların gümbürtüsünden.

 

(Metin Altıok-Ormanların Gümbürtüsünden)

 

Bu şiiri ne zaman düşünsem zihnimden kayıp giden başka bir şeyler de oluyor. Sadece Sivas’ı değil, yaşamı ve sanatı zalimce kutuplaştırmayı pek seven bir ülkenin politikacıları aklıma düşüveriyor.

 

Yıllar önce Altıok’un bu şiirini genç öğrencilerime bir sınav sorusu olarak sormuştum. Çoğu bir sevgi, aşk şiiri olarak düşünmüştü bu satırları. Bir öğrencimse sevginin emekle kurabileceği bağ üzerine uzun uzun döktürmüş, emeğin gerçek bir aşk olduğunu, hatta emeğin ne olduğunu gerçekten bilenlerin kara sevdasının dünyayı değiştireceğini savunmuştu.

Haksız sayılmazdı…

Covid’in içerisinden geçmiş ya da hâlâ geçmekte olan bir dünya için ne demekti bu? Yaşam erdemliliği bu noktada nereye düşebilirdi?

Bu sorunun etrafında dönerken hatırlayıverdim!

Covid günlerinden epey önceydi. Yeğenim Buse, tıp fakültesinden mezun olmuştu. Törende konuşan fakülte dekanı, genç doktor adaylarına Hipokrat Yemini’ni ettirmeden önce, sözünü ettiğim erdeme ithafta bulunmuştu. Zayıfın üzerinden elde edilen gücü reddetmelerini telkin etmişti genç meslektaşlarına. Hastalardan, canlarını doktorlara teslim eden insanlardan ve bu insanlara karşı doktorların taşımaları gereken sorumluluklardan bahsetmişti. Kısacası yaşamın başlı başına bir sorumluluk olduğunu, bu sorumluluğu yerine getirmediğimiz müddetçe yaşam karşısında yaya ve sevdasız kalacağımızı hissettirmişti salondaki hemen herkese. ‘Sevgiyi içinizden eksik etmeyin’ demişti, sevgisiz hiçbir mesleğin yapılamayacağına vurgu yaparcasına. Şimdilerde topluma pek hâkim olan o öncelikli konu, ‘maddiyat’a ise, mesleğin saygınlığına vurgu yaparak cevap vermişti.

Sonrasında araya giren salgın günleri, birçok doktorun bu sözler ışığında nerede durduğunu da çok güzel belirleyecekti. Bir yandan asistanlara binen yüklerin zalimliklerine tanık olacaktık, bir yandan da bu kutsal mesleği hakkıyla yapanları bir kez daha görüp şapka çıkaracaktık. Kimileri ise savrulup gidecekti… Ancak savrulmayan ve emeklerine, meslek etiklerine derinden bağlı insanlar üzerinde yükselen bir dünya gerçeğine de tanıklık edecektik. Yeğenim Buse de bunlardan biriydi elbette. Bu süreçte kendini yok edercesine, nöbet üzerine nöbet bindirerek delicesine çalıştı. O ve onun gibi nicesine, dünyaya verdikleri emekleri için minnettarız.

Öte yandan Covid öncesi ve sonrasında en has yaşam felsefesi haline gelen ‘ekranda, sosyal medyada ne kadar varsan, piyasada ne kadar görünürsen o kadar varsın’ takıntısı için, emek nedir sorusunu da ertelemeye gerek duymuyorum.

 

Bu sayının iddialı kapak görseli grafiker Ezgi Yılmaz’a ait.

 

Önümüzdeki sayı ‘onur’ diyoruz. Yarattığı bütün çağrışımlara açık bir sayı olacağı kesin! Lütfen 25 Mayıs’a kadar yazılarınızı info@mikro-scope.com adresine iletin.