Şükran Yücel, “Âlim Kadın Çıkmazı”nı anlatıyor: “Görünmez olan kadınları görünür kılmak için yazıyorum”
Şükran Yücel, Alfa Yayınları’ndan çıkan “Âlim Kadın Çıkmazı”nda, kadınların dünyasını kadınların gözünden anlatıyor. 10 öyküde yaşanmış hayatları anlatan Yücel, “Görünmez olan kadınları daha görünür kılmak için kadınları yazıyorum. Yalnız olmadıklarını, kendi kimliklerine sahip çıkarak onları engelleyen baskılara direnebileceklerini anlatmak istiyorum” diyor.
1- “Âlim Kadın Çıkmazı” nasıl meydana geldi?
“Âlim Kadın Çıkmazı” bir gün Beşiktaş’ta Asariye Caddesi’nde yürürken bir sokak tabelasına rast gelmemle başladı. Bu şaka mıydı, ironi miydi, fıkra mıydı? Bir sokağa üstelik de çıkmaz olduğunu belirterek bu adı kim koymuş? Kadınların konumunu bu kadar doğru ifade eden bir mecaz olabilir miydi? Bu çıkmazda yaşayan kadınların hayatını düşündüm. Mutlaka bir öykü yazmalıydım. Adı “Âlim Kadın Çıkmazı” olmalıydı. Bütün kadınlar bir çıkmazda yaşıyor diyeceksiniz ama kadınlar eğitim gördükçe çıkmazı fark ediyor. Çıkmazdan kaçmanın yollarını arıyor. İşte o zaman erkek şiddetiyle daha çok karşılaşıyor. Erkeklerin en korktuğu kadın tipi okumuş kadındır. Yeşilçam filmlerinde komedi unsuru olan sevimsiz gözlüklü çirkin kadınları görmüşsünüzdür. Bu öyle bir çıkmaz ki, kadın bilinçlendikçe tehlike büyüyor. Uzun zaman bu sokağın adının nasıl verildiğini araştırdım. Tarihte geçen bir hikâye olmalıydı. Kadınların kafeslerin ardında harem odalarında yaşadığı dönemleri hayal ettim.
2- Yazma süreciniz nasıldı, sizi çok zorladı mı? Sizi besleyen kaynaklar nelerdi?
Bu hikâyenin kaynağı birdenbire karşıma çıktı. Edebiyat Fakültesi’nden arkadaşım Şerife Yalçınkaya bana Ahmed Mithat Efendi ile Şair Fıtnat Hanım’ın mektuplarının yayınlandığı 1948’de basılan bir kitap verdi. Bu aşk dolu mektupları okurken olayın Âlim Kadın Çıkmazı’nda geçtiğini hayal ettim. Gerçekten Serencebey tarafında geçtiğine dair bilgiler vardı. Tarihi gerçeklerden yola çıkarak bu öyküyü yazdım. Benim için çok zevkli bir süreçti. Hem araştırıyor hem de olayları döneminin gerçeklerine uyduruyordum. Yap-boz oynar gibi mektuplardaki ipuçlarıyla kurguladım öyküyü. Tabii o günün dilini kullanmak da zevkli bir deneyim oldu benim için.
3- Öykülerde dil zenginliği dikkatimi çekti. Her öyküde başka bir dil, başka bir sürükleyicilik ile karşı karşıyayız… Öykülerde dil bir yandan yaşanılan zamanı bizlere yaşatırken bir yandan da olayı karakterin gözünden görmemizi sağlıyor. Hatta “Âlim Kadın Çıkmazı”, “Kuzimo”, “İzmirli Yabancı”da sizi duyuyoruz, sizin bakış açınız ile de karşılaşıyoruz. Öyküler bizi gerçekçiliğe, yaşanmışlığa sürüklüyor diyebilir miyiz?
Dil zenginliği varsa her hikâyeye uygun dili kullandığım için kendiliğinden oluştu. Elbette her öyküde kendi bakış açım da hissediliyor. “Kuzimo”yu hikâyede anlattığım gibi radyoda beni dinleyip TRT’ye mektup yazan Meryem Nur’un hayatından etkilenerek yazdım. Hiç kitabı olmayan, bütün bilgi birikimini radyodan edinen genç bir kızdı. Şiir yazıyordu. Onunla mektuplaştık. Adana’nın bir köyünde eğer eğitim alsaydı yazar olabilecek bir kızdı. O da bir “âlim kadın”dı. “İzmirli Yabancı” da İzmir’de tanıdığım bir Levanten’in hikâyesidir. Bütün öykülerim gerçekliğe, yaşanmışlığa dayanır. Gerçekten yaşanmış öyküleri yeni bir kurguyla yazmayı seviyorum.
4- Kitabın ilk öyküsünü sormak istiyorum: “Troçki’yi Ben Öldürdüm” merak ediyorum. Bu öyküyü yazmaya nasıl karar verdiniz?
“Troçki’yi Ben Öldürdüm” 2015 İstanbul Bienali’nde Büyükada’da Splendid Palas Oteli’ndeki Troçki sergisini görmemle başladı. Sergide Troçki’nin videoları vardı, Seyyan Hanım’ın tangoları çalıyordu. Büyülü bir atmosferdi. Troçki’nin çok etkileyici bir hatip olduğu anlaşılıyordu. Sonra Troçki’nin 1930 yıllarında oturduğu yıkıntı halindeki olan köşküne gittik. Sahilde Adrian Villar Rojas’ın dev hayvanları vardı. Beni asıl etkileyen yıkılmış evdeki sürgün Troçki’nin hayatıydı. Troçki’nin İstanbul’da geçirdiği dört buçuk yılı araştırdım. Aynı dönemden önce 1917 Bolşevik İhtilali yüzünden İstanbul’a kaçan Beyaz Ruslar vardı. İstanbul’un eğlence hayatını değiştirmişlerdi. İhtilalin önderlerinden Troçki ile ülkelerini terk etmek zorunda kalan aristokratlar arasında muazzam bir nefret vardı. Ben de Kontes’in ağzından Troçki’nin İstanbul’daki hayatını anlattım. Beyaz Ruslarla Troçki arasındaki çatışma çok etkileyiciydi.
5- Kitapta kadınların dünyalarına kadınların gözüyle iniyoruz. Kitapta bu öyküleri neden kadının bakış açısıyla görüyoruz?
Ben genellikle kadınların öykülerini yazmayı seviyorum. Önceki öykü kitaplarım olan “Düş Gölgesi” ve “Ölüme Karşı Oyun”da hep kadınları anlattım. Edebiyat tarihi boyunca erkeklerin kahramanlıkları, ihanetleri fazlasıyla yazılmış. Kadın dünyasının kadınların gözünden anlatılması kadınlarda bir farkındalık yaratacaktır. Görünmez olan kadınları daha görünür kılmak için kadınları yazıyorum. Yalnız olmadıklarını, kendi kimliklerine sahip çıkarak onları engelleyen baskılara direnebileceklerini anlatmak istiyorum.
6- Okurlardan nasıl dönüşler aldınız?
Okurlardan çok iyi dönüşler alıyorum. Hep hikâyenin devamını yazmamı istiyorlar. Özellikle Troçki’yi roman olarak okumak istiyorlar.
7- Yeni bir eser yolda mı?
Bu arada “Troçki’yi Ben Öldürdüm” adlı öyküm ülkemizde de tanınan Azerbaycanlı değerli sanatçı Gülay Hüseynova tarafından daha yeni basıldığı sırada keşfedildi. Gülay Hüseynova öyküyü Azerice’ye çevirdi ve Behruz Vaqifoğlu’nun yönetiminde çok başarılı bir ekiple “kino-kitab” olarak canlandırdılar. Medeniyet TV’de gösterildi. Başarılı bir yapım oldu. Çok duygulandım.
“Oyuncu Kızın Valizi” adlı öykümde bütün kadınlara seslendim. Oyuncu veya değil tüm kadınlar içindeki amacı, anlamı ortaya çıkarmak için çabalamalı. “Hep birlikte içimizdekileri döküyoruz ortaya… Hayallerimizle, kâbuslarımızla, kaygılarımızla, kuşkularımızla, korkularımızla, önyargılarımızla, tabularımızla, karanlığımızla yüzleşiyoruz. Kaçmıyoruz gölgelerimizden. Aydınlığa çıkış var mı? Umut Kaf Dağı’nın ötesinde olsa da denemekten vazgeçmiyoruz. Elimde valizim, oyunumu her yerde sahnelemek için yola koyuluyorum. Işık, lütfen ışık buraya!” Hayat, bir oyundur. Her insan bir oyuncu. Biz ışığı arayan oyuncularız.
Yazmak bir hayat tarzıdır. Okumak da öyle. Ben sadece öykü yazmıyorum. Tiyatro oyunu yazıyorum ve Türkçe’ye çevirdiğim pek çok tiyatro oyunu var. Her hikâye kendi türünü arar. Hayat olağanüstü kadınların hikâyeleri ile dolu. Bazen bir oyunda can buluyorlar, bazen bir öyküde. Öykünün karakteri kadar atmosferi de önemli. Kadınların kaderleri bu coğrafyada şekilleniyor. Bu güzel coğrafyada kadınların yaşamı da daha yaşanılır olmalı. Kadınları köleleştirmeye çalışan zihniyetle sonuna kadar mücadele etmeliyiz. İzmir’de 42 kadın yazar bütün kadınların yarasını paylaşmak için BİZ yayınlarının derlediği “İçimdeki Kırk Kadın” kitabındaki öyküleri yazdık.