1997’de İstanbul’da doğdu. Galatasaray Üniversitesi İletişim bölümünden 2020 yılında mezun oldu. Şimdi de Marmara Üniversitesi’nde Sinema yüksek lisans öğrencisi. Edebiyata ve sinemaya çıkan bütün yollara ilgisi var.

Türkçe şiirde şiirinin bedelini canıyla ödeyen, en çok görmezden gelinen, yüz çevrilen şair kim desek aklımıza ilk Arkadaş gelir mi? Belki gelir, belki gelmez. Bugüne dek hakkında bildiklerimiz genç yaşta (25) öldüğü, öldüğünde basılı bir kitabı olmadığı ve sol hareketin içinde yer almış biri olduğuydu. Ta ki Ulaş Tosun’un Merhaba Canım isimli belgeselini izleyene dek.

2021 yapımı bu belgesel şiirle çevrelenmiş kısa bir hayatın ayak izlerini takip ederek, bize bir şair portresi sunuyor. Arkadaş’ı aile bireyleri ve arkadaş çevresine anlattırarak onun hakkında bilinmeyenlere biraz da olsa ışık tutuyor. Fakat belgesel, şairin yaşamına ışık tutmaya çabaladıkça anlatıcılar bir bir geri çekilmeye başlıyor. 68 hareketinin bir parçası olmuş, muhalif, solcu ya da diğer adıyla devrimci bir şairin cinsel yönelimi çok da dillendirilmiyor.  Eşitlik mücadelesinde görmezden gelinen bir öteki şairin hikâyesi seyirciye böyle aksediyor. Şairin bir gün yayımlayabilirsem “Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası” olacak dediği kitabı aslında kendi hayatının trajik bir yansıması. Bu noktada bu yazı, ötekileştirilmiş bir şairi bir nebze olsun daha iyi anlama ve anlatma çabası olarak görülebilir.

 

HAYAT TRAJİK BİR HOMOSEKSÜEL’DİR.

Arkadaş Zekai Özger Bursalı işçi bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, sekiz buçuk yaşında başlayan ve bir türlü yakasını bırakmayan osteomyolit (bir tür kemik hastalığı) ile uzun yıllar mücadele etmişti. Hastalık geçip gittikten sonra geride küçülmüş, aksayan bir sağ bacak kalmıştı, bir de üzerinden bir türlü atamadığı değersizlik, eksiklik duygusu. Mahalleden arkadaşlarının topal diyerek dalga geçtikleri bu çocuk, liseye başladıktan sonra da yıllarca görmezden gelinecek cinsel yönelimiyle ötekileştirilecekti. Öyle ki üniversitede tekrar karşılaşacağı lise arkadaşlarıyla iletişim bile kurmayacaktı.

Liseden sonra üniversitede içine girdiği politik ortam onu da içine çekmiş ve “İnandıramıyorum babama bir proleter olduğunu” dizeleriyle şiirine konu olmuştu. Arkadaş babasını bir proleter olduğuna inandıramadığı gibi, birlikte siyasi bir mücadelenin içinde yer aldığı yoldaşlarını da onlardan biri olduğuna inandıramadı. Cinsel yönelimi farklıydı ve o bunu örtbas edeceği yerde (!) daha da çok ortaya çıkarıyordu. “Bir gün elbette Zeki Müren’i seveceksiniz, Zeki Müren’i seviniz” dizeleri yazıldığı dönem çok büyük tartışmaları ateşlemişti. Ulaş Tosun’un belgeselde söz verdiği arkadaşlarından biri “Onunla iletişimimizi kestik” derken bir diğeriyse “Herkes uzaklaşınca ben de onlara uydum” diyecekti. Eski dostları tüm bu sebeplerle, belgesel boyunca bir kere olsun onun homoseksüelliğini ağza almazlar. Bazı şeyler saklı kalmalı, cümlesinin geçtiği belgeselde elbirliği ile bir şairin nasıl giyotine vurulduğuna da şahit oluruz böylece.

 

BİR GÜN DEĞİŞİR ELBET GÜNEŞE VE PENİSE TAPAN RÜZGÂRIN YÖNÜ

Dışlanmışlık, ötekileştirilmişliğin yazgısıyla beraber her gün gelen ölüm haberleri, yitirilen dostlar, tanışlar, yıkılan devrim düşleri ve bir muhtıra… En önemlisi de karşılık alınamayan aşklar ve yok sayılan cinsel yönelim. Arkadaş varken bile kendini yok hissediyordu. Görülmeyen benliği onu günden güne yemeye başlamıştı, artık çevresindeki herkesten kendini soyutlamış bir şairdi. Bir şiirinde şöyle diyordu:

“Dağlara baktım, dağıldım.

Yollara baktım yoruldum.”

Gerçekten çok yorulmuştu, penise tapan rüzgârın yönü değişmiyordu, kimliği yok hükmündeydi. Arkadaşları onun hakkında başkalarından çeşitli duyumlar alıyorlardı: “Zekai çok içiyordu.”

Zekai vazgeçmişti ve yorulmuştu. Bir gün eve dönmedi. Bir iki gün aradıktan sonra ablasının eşi onu bir morgda buldu. Doktor “Beyni kendi kendini yemiş” demişti eniştesine.

Arkadaş 25 yaşında şiirde yarattığı özgünlükle, edebiyatındaki gözle görünür kuir temsille kimselere benzemediğini ispatlamıştı. Bireyci yaklaşımın yanında sahip olduğu toplumcu duyarlığı onun diğer şairlerden ayırdı. Dönemin üstat görünümlü şairlerine öykünüp taklit şiirleri yazdı: uyarca, ilhanca. Varoluşunun her zerresini şiire, devrime ve aşka harcadı. Kimliğini, cinselliğini görmezden gelenlere şiirle yanıt verdi. Bugün içinden geçtiğimiz şu günlerde onu hatırlamak, cesaretinden ışık çalmak bizim için mecburi bir istikamet.

Kendisi de demiyor muydu zaten:

“Böyle günlerde her şey hem acıya hem umuda benzer.”

Umudun ucundan tuttuk biz de bütün yok sayılanlar için.