Tatilde sırtıma krem sürmek için bile kumsala gelemeyen Necati’ye bak! Nasıl da güneşin altında gençlere doğum günü pastasını servis ediyor. Benim çocuğumu aldırtmasaydı, şimdi ağabeyinden bir yaş küçük olacaktı. “İstemem, benim üç çocuğum var” dedi.
Ablalarımdan sonra beni de yaşlı bir adam kendisine kuma almak isteyince, köyden kaçıp otobandaki ilk arabaya sığınmakla ne aptallık ettim. Bir kuyudan çıkıp ötekine girdim. Hoş, Necati’ye göre ona rastlamasaymışım geneleve düşermişim. Hangisi daha kötü bilemedim. Genelevde olup vücudun hissetmeden birlikte olmak mı yoksa özel evde duyguların mahvolarak paylaşmak mı? Buna paylaşmak denirse tabii. Arta kalanlarla yetinmek, iş tatilinde, gece yarısı, gündüz arası.
Geçmişte yaptığım hataları sorguladığım için hayata hep dikiz aynasından baktım. O yüzden önümde olanlara istemeden çarptım ve hep ben suçlu oldum, dışlandım, aşağılandım. Oğlunun doğum günündeki aile tablosunu görmek için uzun farlarımı yaktım bugün, bakıyorum, aydınlanıyorum. Bu evlilikte mutsuz olan o değilmiş, karısıymış meğer. Her aldatıldığını anlayan ama şartlar elvermediği için ayrılamayan kadının yüzü vardı onda. Acı acı gülümseyen. Necati de onu mutlu etmek isteyen ama mutluluğu başkasının kollarında arayan. Bana verilen köprüden önceki son çıkış işareti ise “Kızım sen yönünü değiştir, bu yol tıkanmış, kendine ana yol bul, tali yollarda ayağına çalı çırpı batar. Sadece yere kuvvetli bas, o kadar.”