Yeni otoyollar yapılınca, ismi otomatik olarak eski yol olan güzergâhta kalmış bir mola yerinin bahçesindeyim. O bahçeye ne özenle dikilmiştim, ne bakımlar, ne gübreler, ne sulamalar, el üstünde tutulurdum. Bahçedeki sıradan çalıların arasındaki, güzeller güzeli gül fidesiydim. Mola yeri, dolar dolar taşardı, hele yaz tatilleri, arabalar yer bulamazdı park etmeye. Benim de en güzel zamanlarım olurdu yaz ayları, kocaman ve enfes kokulu çiçeklerimi açardım. Önümde durup fotoğraf çektirirlerdi, arabalarına binmeden önce. Tatilin paylaşılan ilk fotoğrafında ben olurdum belki de.
Çalışanlardan duydum önce, molada dışarı çıkar sigara içerlerdi, “Otoban yapılınca kimse yolu uzatıp gelmez buraya, işsiz kalacağız kesin.’’ Titrerdi yapraklarım korkudan, onlar giderse kim su verir bana, kurur giderim şuracıkta. Korktuğumuz gibi kapanmadı burası, sigara dumanını üstüme üstüme üfleyen ama yine de sevdiğim iş arkadaşlarım (iş arkadaşıyız yani bence) işsiz kalmadı, ben de bakımsız ve susuz kalmadım. Eski günlerdeki havamız hiç olmadı bir daha, hayatta kaldığıma şükrettim ben. Bir süre sonra, konuştukları dil diğerlerine benzemeyen (turist deniyormuş onlara, en sıkı tiryaki garson Selim, kasadaki kız Ümmiye’ye söylerken duydum.) insanlar gelmeye başladı buraya. Ümmiye, sigara içmez ama Selim’le sohbeti sever, bence Selim onu çok başka sever ama söyleyemez. Oysa biraz okusa, gülün sevgi ifadesi olduğunu bilir, benden konuyu açıp nerelere gidebilir. Gülle bülbül dese, yine bir gülnihal dese, aman nerden bilecek Selim bunları. Ancak telefonda komik video gösterir kıza, Ümmiye de kesin daha önce gördüğü bu saçmalıklara ayıp olmasın diye gülermiş gibi yapar.
Geçenlerde bir kadınla adam durdular önümde arabalarıyla, daha yaz gelmemişti, tomurcuklarım vardı üzerimde ama potansiyeli yüksek bir gül ağacı olduğum her halimden belliydi. Kadın söylenerek indi araçtan, o alışkın olduğum dilde konuşuyorlardı. “Öteki yoldan gidelim dedim sana, üç kuruş vermemek için soktun bizi buralara, kesin tuvalet de pistir, yiyecek bir şey de yoktur. “Ah cevap verebilsem ona, benim arkadaşlarım tertemiz yapar her yeri, buradaki yemekler de harikadır, öteki yolda bulunmaz bunlardan. Sinirli kadın, durup bana bakıyor birden, “Gül ağacı değil mi şu, demin leylek gördük ya asayım şu bilekliği bari.” Yanındaki adam cevap vermiyor, sorunun aslında soru olmadığını öğrenmiş yıllar içinde. Kadın, gövdesinden beklenmeyen bir çeviklikle atlıyor basamağı ve geliyor yanıma. Kolundan kırmızı beyazlı ipten bir bileklik çıkarıp asıyor dalıma. “Dileklerim olacak hayatım” diyor demin çok kızdığı adama.
Ben, bir mutlu ol, bir mutlu ol. Gözlerim olsa ağlayacağım yani, kalbim olsa yerinden fırlayacak. Kuruyup gitmekten korkarken birilerinin dilek ağacı oldum. İpten bilekliği dalımda görenler güvenecek bana, belki onlar da dileklerini fısıldayacak bana. Belki olacak o dilekler, belki beni anlatacaklar arkadaşlarına, belki öteki yoldan vazgeçip beni görmeye gelecekler.
Dilekleri gerçek kılmak gibi bir yeteneğim var madem, şu sersem Selim, açılıversin Ümmiye’ye, sevsinler birbirlerini, benim de dileğim budur.