1974, Ankara doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldu. Yüksek lisansını Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptı. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldı. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldı. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladı. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğu Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’ndaki görevini sürdürmektedir. Kendisi aynı zamanda üç Javier Cercas romanına emek vermiş, çiçeği burnunda bir çeviri editörüdür.

Hey gidi Atatürk Kültür Merkezi, hey… Hey gidi üniversite yıllarım… ‘90’larda ne sık uğrardım sana, hatırladın mı? Meydan’a bakan şu cam kapılarının önünde acaba kaç kez arkadaşlarımla buluşmuş, tiyatro bileti almak için acaba kaç kez gişendeki kuyruklara girmiş, arabamla geldiğimde yanı başındaki açık otoparkı acaba kaç kez kullanmış, arabasız olduğumda da az ötede, evet, orada uzadıkça uzayan dolmuş sırasına (“Sahil mi, Ziverbey mi; benim güzel ablam?”) acaba kaç kez eklenmişimdir?

Fi tarihinde o sarı dolmuşların sabaha kadar kıpraştıkları yerde şimdi yürürken, aslında zaman tünelinde adım atıyor gibiyim. AKM’nin yeni siluetine odaklanıyorum. Bu “Kültür Sokağı” gayet şık olmuş. Beğendim. Aradığımı bulmak için ileriden sola dönüyorum. Pazartesi günleri hariç, haftanın altı günü 10.00-17.00 arası açık olan kütüphaneye girdiğimde kitaplarla dolu ahşap bir dünya selamlıyor beni. Doğal malzemelerle inşa edilmiş mekânlara oldum olası zaafım vardır zaten; büyülenmem gayet normal. Girişte, asma katlarda ve okuma salonunun yer aldığı alt katta gözlerimin erişebildiği her şey ama her şey ahşap. Yapay tasarımlar görmekten bıkan benim gibiler için yüksek dozda huzur takviyesi!

Giriş katı, Vakko’nun kurucusu Vitali Hakko’ya adanmış. Vakko Yönetim Kurulu Başkanı Cem Hakko tarafından 2011 yılında Vakko Nakkaştepe Moda Merkezi içinde kurulan Vitali Hakko Kreatif Endüstriler Kütüphanesi, 10. yılını doldurduğunda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da katkılarıyla AKM’ye taşınmış. %90’ı yabancı eserlerden oluşan, dünyanın en saygın yayınevlerine ait 15,000 kitaplık şahane bir kütüphane bu! Katın kütüphanecisi Özge Bayraktar’ın coşkulu anlatımından etkilenmemek de mümkün değil. İşini çok seviyor kendisi, belli. Dijital arşivlerinin olup olmadığını soruyorum Özge Hanım’a. “Yabancı kitapların telif hakları açısından o iş biraz zor,” diye cevap veriyor. Yazık… Sanatçılar, üniversite öğrencileri, akademisyenler, sanata meraklı herkes -yaşadıkları şehirden bağımsız olarak- faydalanabilirdi öyle bir dijital arşivden. Üstelik, olası bir başka pandemi sürecinde, kütüphanelerden yine tamamen uzak kalınmazdı.

Modern ve zarif dokusuyla ziyaretçilerine huzur veren kütüphanenin asma katlarına çıkıyorum sonra. Esasen “sanat kütüphanesi” diye adlandırabileceğimiz mekânda gezinirken elimi attığım tüm kitapları okuyacak vaktimin olmamasına hayıflanıyorum. Sanattan müziğe, tasarımdan mimarlığa, tüm kitaplar okuyucular için iştah kabartıcı kapaklara sahip ancak ödünç almak diye bir şey söz konusu değil. Fotokopi makinası da yok. Bu yüzden, okumakta olduğunuz kitaptan notlar almak veya ilgilendiğiniz sayfaların cep telefonunuzla fotoğraflarını çekmek zorundasınız; tercih size kalmış.

Alt kattaki okuma salonuna bakayım bir de. Burası da, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı. Daha önce Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde çalışmış Hilal Şahin ve “üniversite kütüphanecisi” olduğunu vurgulayan Merve Oğuz, Atatürk Kültür Merkezi’ndeki bu nezih kütüphane hakkında gülen yüzleriyle bana bilgi verirken devlet ve özel olmak üzere, iki ayrı kütüphanenin tek çatı altında faaliyette olduğunu daha iyi anlıyorum. İkisine de teşekkür edip oradan çıkmaya hazırlanırken “Güzel kütüphane ama eksikleri de yok değil sanki,” diye düşünüyorum. Engelliler, örneğin, hiç düşünülmemiş gibi geldi bana. 2022 yılında engellileri yok sayan bir kütüphanenin “modern” olduğunu iddia edebilir miyiz şimdi? Sanmam. Sonra alt kattaki okuma salonuna kütüphaneciler için bir banko bile konulmamış. Çalışanlarla ziyaretçiler dip dibe, ı-ıh, olmamış! Yine alt katta raf merdivenleri yok. Şaşıp yanılıp en üst raftaki bir kitabı gözünüze kestirmeyin sakın; kendinize de kütüphanecilere de icat çıkarmayın şimdi! Mekânın mimari tasarımı yapılırken deneyimli bir kütüphanecinin bilgisine başvurulmamış hissi doğdu bende. Umarım yanılıyorumdur. Ya raf kimlik kartları? Alt katta onlar neden yok acaba? Bir kütüphanenin olmazsa olmazlarından biri de bunlar değil midir? Ait oldukları alanlara göre kitapları tasnif eden, benim tabirimle “raf etiketleri”…

Vakit hayli ilerlemiş. Neredeyse 17.00 olmuş saat. Kütüphaneyi kapatacaklar birazdan. Dışarı çıkıyorum. AKM’nin o tanıdık rüzgârını yüzümde hissederken yirmili yaşlarıma bir kez daha dönüyorum. “Henüz 29 Ekim’de açılmış burası,” diyor içimdeki ses sonra, “az daha sabır…”