Mimar Sinan’a kendi adını taşıyan bir külliye inşa ettiren Şemsi Ahmet Paşa, Enderun’da yetişmiş, Rumeli ve Anadolu Beylerbeyliği yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır. Aynı zamanda Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’ın torunu Ayşe Hanım Sultan’ın eşidir.
Mimar Sinan’ın sanatının ve dehasının zirvesinde iken, 1580 senesinde Üsküdar’da yaptığı Şemsi Paşa Külliyesi yüzyıllardır İstanbul Boğazı’na âşık rüzgârların kapışmasına ve tarihe şahitlik etmektedir.
Bir rivayete göre titizliği ile ünlü Şemsi Ahmet Paşa, Mimar Sinan’a “Bana öyle bir cami yap ki üzerine kuşlar pislemesin” der. Paşanın bu isteği üzerine Koca Sinan araştırmaya girişir. Çözümü bulur. Külliyeyi İstanbul Boğazı’na âşık olmuş iki deli rüzgâr olan kuzeyden sert ve haşin esen Yıldız ile güneyden yakıcı sıcağı ile koşup gelen Kıble’nin itiştiği, didiştiği hatta zaman zaman kapıştığı noktaya yapmaya karar verir. Kuşlar, Boğaz aşığı iki deli rüzgârın çarpıştığı yere konmaya cesaret edemezler.
Gel zaman git zaman semtin sakinleri Şemsi Ahmet Paşa’nın isteği üzerine Mimar Sinan’ın yapmış olduğu, üzerine kuşların konmadığı bu küçük, zarif camiye Kuşkonmaz Camii demeye başlarlar.
Aradan yüzyıllar geçer. Atatürk hastalanıp Dolmabahçe Sarayı’nda istirahat ederken Boğazın karşı kıyısının ağaçlandırılmasını ve 1894 depreminde oldukça hasar görmüş olan Şemsi Paşa Camii ve Külliyesi’nin de onarılmasını vasiyet eder. Vasiyet üzerine, 1947 yılında Bakanlar Kurulunda Şemsi Paşa Külliyesi’nin restorasyonunun yapılması kararı alınır. Restorasyon bittiğinde cami, medrese ve türbe olmak üzere üç bölümden oluşan külliyenin medrese bölümü kütüphane olarak düzenlenir. 1953 yılının 29 Mayıs’ında, İstanbul’un fethinin kutlandığı gün “Şemsi Paşa Halk Kütüphanesi “adı ile Turizm Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyete geçer.
Yıldız ve Kıble kapışmaya başladığında aralarında kalan Boğazın mavi suları dalgalanıp kıyıya saklanmaya çalışır. Sular köpürerek küçük caminin duvarlarına çarpar. Bir kısmı aynı hızla geri çekilse de bir kısmı avlu kapısından girip saklanmayı başarır. Koca Sinan’ın avlunun altına yerleştirdiği rögarlardan tekrar denize geri döner. İşte böyle bir günde kütüphaneye gitmişseniz avluya girerken veya çıkarken az ya da çok deniz banyosu yapmamak pek mümkün değildir.
Bir kısmı annemin gençlik yıllarına ait anlattıklarından bir kısmı da okul öncesi yaşlarımdan hafızama yerleşmiş anıların içinde en önemli yerlerden biridir Şemsi Paşa Halk Kütüphanesi.
Annem, uzun yıllar bu halk kütüphanesinin düzenli üyesiydi. Her cuma eve sebze meyve almak için Ahmediye’de kurulan semt pazarına giderdi. Evden çıkmadan önce, bir önceki cuma kütüphaneden almış olduğu kitabı itinayla pazar filesinin içine yerleştirirdi. Koltuğunun altına çantasını sıkıştırıp, elimi tuttuğu gibi ilk durak yerimiz bu kütüphane olurdu. Pembe renkli, fotoğraflı üyelik kartını çıkarır, kütüphanenin mermer suratlı yaşlıca kütüphane memuru teyzeye uzatırdı. O da kalın çerçeveli gözlüklerini takıp, her seferinde sanki ilk kez görüyormuş gibi karta dikkatlice bakardı. Sonra masasının arkasındaki kocaman ahşap dolabın küçük çekmecelerinden birinin içindeki pembe kartonlardan birini çıkarır, üzerine bir şeyler yazar ve anneme imzalatırdı. Annem, filesinden çıkardığı (genellikle şeffaf, kalın bir naylonla kaplanmış) kitabı okşar gibi masaya bırakırdı. Beni en dipteki ahşap banklardan birine oturtup, her defasında olduğu gibi tekrar tekrar işaret parmağını dudaklarına götürüp gözlerini gözlerime diker, sesimi mühürler ve kitap dolu ahşap dolapların arasında bir görünür bir kaybolurdu. Bazen öyle uzun sürerdi ki kitap seçmesi, o sessizlik ve hareketsizlikten uyuya kalırdım bankın üzerinde. Bazen de içimde bir gürültücü kız beni dürtüp dururdu. Her ne hikmetse tam o anlarda annem gelir ve nihayet dışarı çıkardık.
Bir keresinde ödünç alacağı kitabı seçip çekmeceden çıkan kartona yazdırdıktan sonra annemle kütüphaneci teyze her zamankinden uzun fısıldaştılar. Annem, kütüphaneden avluya çıkınca, eğilip “Islanmadan çıkmayı başarırsak seni bir yere götüreceğim, elimi sıkıca tut. Bir, iki, üç deyince koşacağız tamam mı?” dedi. Bir müddet dalgaları takip ettik, annemin komutuyla avludan fırlayıp denizin kenarından ıslanmadan uzaklaştık. “Dalgalar bizi yutamadı” diye güle oynaya meydana doğru yürüdük. Meydandaki eski büyük çeşmenin (III. Ahmet Çeşmesi) yanındaki caminin (Üsküdar Mihrimah Sultan Camii) merdivenlerinden çıkıp avludan geçtik. Dar ve dik yokuşun dibine çıktık. Yokuşun başında büyük camlı eski bina vardı. Kapıyı ittirip içeri girdik.
Annem beni kapının kenarında bırakıp, köşedeki masada oturan genç ve güzel ablanın yanına giderken ben, etrafı seyretmeye başlamıştım bile. Ortada kocaman demirden bir soba vardı, çoğunluğu benden birkaç yaş büyük, kızlı erkekli bir grup çocuk masalarda ders çalışıyorlardı. Duvarlardaki kitaplıklar benim bile ulaşabileceğim yükseklikteydi. Annemin kütüphanesinden farklı, sessizliğin ve hareketsizliğin kasveti yerine, sayfa çevirme, öksürük sesleri ile fısıldaşmalar ile rahatlatıcı bir kıpırtı vardı içeride. Şaşkın şaşkın etrafı seyrederken abla yanıma gelip elimden tuttu, “Sen de okuma yazma öğrenince buraya gelirsin, olur mu?” dedi. Elimi çekip ablanın arkasında duran anneme doğru koşup beline sarıldım, çocukların annelerinin yanlarında olmadığını fark etmiş olmalıyım ki “Hayır! Annem olmadan gelmem” dedim, korkmuştum. Annemin beni, benim annemi gözümüzden ayırmadığımız zamanlardı.
Yıllar sonra annem, o gün Şemsi Paşa Kütüphanesi’ndeki hanımın, bu çocuk kütüphanesinden bahsettiğini ve gidip görmesini istediğini anlattı. Yaşım tutmadığı için o gün çocuk kütüphanesine üye olamamıştım. Ama daha sonraki yıllarda ödevlerimiz için kaynak araştırması yapmak, arada da kitap okumak için gittiğimiz “İskele Kütüphanesi“ dediğimiz kütüphane, “Mihrimah Sultan Çocuk Kütüphanesi”ydi.
Mihrimah Sultan Çocuk Kütüphanesi, kışın içeriyi ısıtan kocaman demirden bir soba ve buharlanmış yüksek camları ile sessizliğin anlam bulduğu bir yerdi bizim için. Bir mabede girmiş gibi haşarılıklarımızı çıkarıp kapıda bırakır, kitapların arasında yarı sessizlik ve yarı huşu içinde birer yetişkin oluverirdik. Bu kütüphanelerin büyüleyici atmosferinden zihnimize yer etmiş kitap kokusunun, kitap okumanın boş zaman değerlendirdiğimiz bir hobi değil, yaşamımızın olmazsa olmazı haline gelmesine sebep olduğu kuşkusuzdur.
Şimdilerde daha iyi anlıyorum ki çocukluk yıllarımdaki hatıralarımın en canlılarından birinin, bir ev hanımı olan annemin kütüphane ve kitaplarla kurduğu bağa dair olması, hayatım boyunca en vazgeçilmez dostumun kitaplar olmasının da ana kaynağıdır.
Bu yazıyı yazmak için Şemsi Paşa Kütüphanesi’ne gittiğimde, o yıllarda kütüphaneci hanımın anneme beni götürmesini salık verdiği gibi, bana da Mihrimah Sultan Çocuk Kütüphanesi’ne de gitmemi tavsiye ettiler. Çeşmenin yanındaki caminin merdivenlerinden çıkıp, zaman koridorundan geriye doğru yürürken ayağı Arnavut kaldırımının yamuk yumuk taşlarına takılmasın diye çelimsiz bacaklarının üzerinde hoplayıp zıplayan küçük kızın elinden tuttum. Zamana yenik düşenlerle zamansızlar arasında bir yerden seyrettik bulunduğumuz zamanı kısa bir süre.
Mihrimah Sultan Çocuk Kütüphanesi’ne girdiğimde, derin bir soluk aldım. Henüz yirmili yaşların başlarındaki kütüphane görevlileri ile bir iki cümle ile başlayan konuşma az sonra içinden zor çıktığımız derin bir sohbete dönüştü. Ben onlara anılarımı, onlar bildiklerini aktardı. Yeni bir şey öğreniyormuş gibi dikkatlice dinledim. Mimar Sinan’ın en önemli eserlerinden biri olan Mihrimah Sultan Camii’nin medresesinin bir bölümünde 1968 yılında Kültür Bakanlığı tarafından çocuk kütüphanesi olarak hizmete açılmış olduğunu anlattılar, elime broşürler verdiler. Bizim çocukluğumuzda İskele Kütüphanesi dediğimiz bina da aynı Şemsi Paşa Kütüphanesi gibi Koca Sinan’ın en önemli eserlerinden biri olan Mihrimah Sultan Külliyesi’nin bir bölümüymüş.
Mihrimah Sultan Çocuk Kütüphanesi (1968), Selimiye Çocuk Kütüphanesi (1969) ile Çinili Çocuk Kütüphanesi (1966), Şemsi Paşa Halk Kütüphanesi’ne bağlı olarak hizmet vermekteymiş.
Dönelim başa; Arkadaşlarımla bir sohbet sırasında, yirminci yüzyılın sonları ve yirmi birinci yüzyılın başlarındaki dijital çağa ve bilgi devriminin başlangıcına denk gelen günümüzde ve sonrasında kütüphaneciliğin ve kütüphanelerin nasıl etkileneceğini konuşurken içime düşen bir kaybetme korkusu ile kendimi çocukluğumun kütüphanelerinde gezinirken buldum.
Her iki kütüphanenin faal ve ziyaretçisinin sayısının günlük ortalama 150 kişi olduğunu duymaktan memnun oldum. Şemsi Paşa sahilden Kız Kulesi’ne doğru, anıların içinden çıkıp bugün ceplerimizde taşıdığımız telefonlara sığdırılan e-kitaplara, sesli kitap aboneliklerine yani avucumuzun içindeki kütüphanelerin geleceğine dair biraz meraklı, biraz kaygılı düşüncelerle yürüdüm. Kız Kulesi’nin karşısında bir banka oturup çantamdan telefonumu çıkardım. Google’a sordum. Ben tuşlara bastıkça o anlattı:
“Dünyanın bilinen ilk kütüphanesi MÖ 626 yıllarında, Asur devletinin kralı Asurbanipal’ın kendi adıyla kurduğu kütüphanedir. Asur kralı, başkent Ninova’da kendi ülkesinde yazılmış bütün eserler ile Akadlar, Sümerler ve Babiller tarafından yazılmış binlerce eseri toplayarak bu kütüphaneyi kurar. Ülke, Babiller ve Medler tarafından işgal edilince, kütüphane yakılır. Kütüphanede bulunan yazma eserler yok olsa da fırınlanmış kil tabletler binlerce yıldır korunmuştur. On dokuzuncu yüzyılda yapılan kazılarda 30.000’ den fazla kil tablet bulunur. Aralarında antik Mezopotamya’dan günümüze ulaşan ve en eski edebiyat eseri olarak kabul edilen Gılgamış Destanı’nın da olduğu bu tabletler günümüze ulaşarak İngiltere’de bir müzede sergilenmektedir.
Dünyanın tanınan en eski, en bilindik kütüphanesi ise Asurbanipal kütüphanesinin yakılmasından, üç yüzyıl sonra yani MÖ 330’da Büyük İskender tarafından kendi adını taşıyan İskenderiye şehrinde kurulmuş İskenderiye Kütüphanesi’dir.”
Dönemin en büyük kütüphanesini inşa ederek kendi adına kurduğu şehri medeniyetin başkenti yapmak isteyen Büyük İskender ile Mimar Sinan’ın zamanın titiz bir Osmanlı paşası için üzerine kuşlar konmasın diye İstanbul Boğazı’na âşık iki rüzgârın kapıştığı yere inşa ettiği bir külliyenin medresesinde yapımından üç yüz yetmiş üç yıl sonra kurulmuş olan bir kütüphanede var olan ortak aklın ve ruhun istek ve ihtiyaçları düşünülecek olursa, kil tabletlerden başlayan yolculuğun dijital dünyanın kütüphanelerini nasıl var edeceğini şimdilik tam olarak kestiremez isek dahi kütüphanelerin var olacağından şüphe olmasa gerek.
Neyse, çok eski tarihlerden geleceğe sıçradıktan sonra gelelim günümüze…
2015 verilerine göre Şemsi Paşa Halk Kütüphanesi’nde (Şemsi Paşa İlçe Halk Kütüphanesi) 30 bin eser bulunmakta olup 95.000 üyesi vardır. Günlük ortalama 100-150 kişi kitap okumak, araştırma yapmak üzere kütüphaneyi ziyaret etmektedir. Kütüphaneye zaman zaman yazarlar davet edilerek söyleşiler düzenlenmektedir. Ayrıca Üsküdar Belediyesi tarafından öğlen saatlerinde kütüphane ziyaretçilerine çok lezzetli çorbalar ikram edilmektedir.
“Annemin üyelik kartını bulabilir miyiz?” diye sordum. Ne yazık ki arşiv boşaltılarak, eski kayıtlar birkaç sene önce dijitalleşme nedeniyle dönüşüme gitmiş.
Benim gibi kütüphaneye giderek veya e-devlet üzerinden üye olmak mümkün. Koşullarından biri 15 yaşından büyük olmak.
www.semsipasa.kutuphane.gov.tr ‘den kütüphane hakkında detaylı bilgilere ulaşmak mümkün.
Sosyal medya hesabı @semsipasaktp34