Güneşli, sıcak bir yaz günü, benden daha yaşlı bir oteldeyim. Yıllar önce her akşam, bir bacağı aksak masanda oturup yazdığın, elinden hiç düşürmediğin günlüğün de yanımda. Son sayfası boş, sağ üst köşeye yazdığın tarihi saymazsak.
Beyaz tüylü divit kaleminle süslediğin sayfaları çeviriyorum. Her sayfasında tatlı ve bir o kadar acı bir gülümseme yerleşiyor dudağımın kenarına. Yüzün, ışıl ışıl gözlerin, siyah uzun saçların gözümün önünde. Tanıdığım en güzel kadın. Gözlüğünün üzerinden bana bakıp gülümseyişin, sonra yazmaya devam edişin… Kalemi her oynatışında kolundaki bileziklerin şıngırtısı geliyor kulağıma. Sayfaları çevirdikçe şiirlerinde duyuyorum aynı sesi. Sazında, şarkılarında, dost sohbetlerindeki kahkahalarında… Acıyı ve tatlıyı, zehri ve balı anımsatan çok sesli bir müzik adeta.
Sonra boş sayfaya bakıyorum. Gülüşün soluklaşıyor, elindeki kalem düşüyor, şiirlerindeki kafiyeler kayboluyor, sazının telleri kopuyor. Kocaman, kapkara alevden bir boşluk doluyor içime. Nehirleri, gölleri, denizleri içsem dolmayacak bir boşluk.
Güneşli, sıcak bir temmuz günü, Sivas kadar yaşlı bir oteldeyim. Günlüğünün boş sayfasında, sağ üst köşede bir tarih: 2 Temmuz. Boğazım düğüm düğüm ve yutkunarak dolduruyorum hiçbir şekilde doldurulamayacak boşlukları:
Yüreği güzel insanlara,
Alınlarındaki yazgıya,
Neşeye, sevgiye, saygıya,
Geceyi gündüz eylediler, ah!
Işığın kapkaranlık ve kurak,
Nasıl kabuk bağladın Madımak!
…