Küçücük parmaklarıyla diz kapaklarına dokunarak, sessiz ama eğlenceli bir ritim tutturmuştu Mavi. Mutfaktan annesinin sesini duyunca irkilerek; “Tamam, geliyoruum!” dedi. Yemek vaktiydi ama canı hiçbir şey istemiyordu çünkü ortalık biraz gergindi. Mutfaktaki sarı, cılız ışık altındaki renkli örtülü masaya, çatal kaşıkları fırlatırcasına attı annesi. Mavi, yüzüne bakılmamasına alışkındı böyle günlerde. Kendisi de zaten mümkün olduğunca usta bir çabayla görünmez olmaya çalışıyordu. Ne olduğunu yine bilmiyordu ama annesinin hayal kırıklığı ve öfkeden griye dönen yüzünü izlerken, babasıyla aralarında kapkaranlık bir gece yaşandığından emin gibiydi. Bugün ona hiç bulaşmaması gerekiyordu.
Hızlıca yemeğini yiyip koridora yöneldi. Tek başına, ıssız mutfakta, o soğuk mermer masada yemekten nefret ederdi. En azından daha sıcak dekore ettiğini düşündüğü odasına girince rahatladı. Gözü birden ona ilişti. Sol dizinde küçükken geçirdiği kazadan kalan, şimdilerde çok sevdiği bir dikiş izi vardı. Bazen bu izin içinde dakikalarca izlediği kısa filmlerdi çocukluk anıları onun için. Bugün evinde ne annesinin mutfaktan gelen sinirli sesi ne de babasının o kavgalı gecelerden sonra sessizlik içinde suçlulukla izlediği televizyonun gürültülü sesi vardı. Ama Mavi’nin zamanla küçülse de, büyüsüne sahip olduğu gizli bir yeri vardı sol dizinde. Zaman zaman dalardı oraya bugün olduğu gibi. Kalkıp bardağını götürmek için yine soğuk gri mutfağa gitti. Işığı söndürdü.