Suratımda şiddetli bir acıyla kendime geldim. Bana ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Buz gibi soğuk mermerin üzerinde boylu boyunca uzanmış halde zifiri karanlığın içinde buldum kendimi. En son televizyonda bir şeyler izlediğimi hatırlıyorum. Birdenbire karanlığa gömülmüş gibiyim. Olduğum yerde pek kıpırdayamıyordum ve üzerimde bir şeylerin muazzam ağırlığını hissediyorum. Stefan Zweig’ın Satranç romanında anlattığı odaya hapsolmuş gibi bir halim var. Acaba bana ne olmuştu?
Soluk alırken zorlanıyorum. Çok tozlu bir hava var ve soluk alırken kaburgalarımın ciğerlerime battığını hissediyorum. Hafif de bir gaz kokusu geliyor burnuma. Dışarıda mı içeride mi, aşağıda mı yoksa yukarıda mı tam olarak nereden geldiğini çözemediğim bir uğultu duyuyor gibiyim. Aradan biraz zaman geçince hem uğultu artıyor hem de sol tarafımdan küçük bir ışık huzmesi fark eder gibiyim. Ayağım bir yere sıkışmış molozların altında kalmış. Daracık bir yerdeyim. Yavaş yavaş hatırlamaya başlıyorum. Televizyon izlerken birdenbire ev sallanmaya başlamıştı. Deprem oluyordu galiba diye düşünüyordum. Sonrasını hatırlamıyorum. Kafama avize falan düşmüş olmalı.
Seslerin gittikçe yaklaştığını hissediyorum. Konuşulanları daha net duyar gibiyim. Aşağıda birileri kalmış olmalı diye konuşuluyor. Ve nihayet o mucizevi sesi duyuyorum:
-Sesimi duyan var mı?
Acıyla karışık çığlığı andıran bir karşılık veriyorum:
-Ahhhhhğğğğğ.