Eskiden fotoğraf makinelerinin pozları dijital olmadığı için her gördüğünü çekemezdin. Çok masraflı olurdu onları fotoğraf stüdyolarında tab etmek. Keza video da öyle. Dolayısıyla benim yaşımdaki bireylerin şimdikiler gibi geçmişten gelen fotoğraf ve video görüntüleri pek yok. Geçenlerde çocukluğumu düşünürken YouTube’dan medet umdum. Çok küçükken Fenerbahçe-Botev Plovdiv maçına gitmiştim. Kadıköy’deki stadı bilen bilir. Maraton tribünündeydim. Kameranın çektiği alanın tam karşısında olduğum için olur ya Küçük Cem’i görürüm diye çok çabaladım. Göremedim, kalabalıktı; ama orada olduğumu bilmek bile tarifsiz bir duygu çemberinin içine aldı beni.
Şimdi herkesin elindeki cep telefonları aynı zamanda birer fotoğraf makinesi ve kamera görevi de görüyor. Anın güzelliklerini yaşayacağımız yerde o anları ölümsüz kılmak için bir sürü fotoğraf ve video görüntüsüyle doldurduğumuz telefonlarımız.
Elimizi verip kolumuzu kaptırdığımız cep telefonlarını hep kötüleyecek değiliz ya. Güzel yanları da var elbette. Aslında güzel yanı çok; ama biz insanlar onu kötüye çevirmeye meraklıyız.
Şu sıralar cep telefonumda, TRT’nin yapmış olduğu iki mobil uygulmasına takıldım:
Biri TRT Dinle,
Öteki ise TRT İzle.
Çocukluğumun ve sonrasındaki gençliğimin şarkıları, türküleri, dizileri, belgeselleri, tv programları, hatta o zamanlar çok popüler olup da benim ilgi göstermediğim radyodaki Arkası Yarın kuşağı ve daha neler neler. Gözüm, eski zamanlarda yayınlanmış yabancı dizileri de aramadı değil: Cosby Ailesi, Altın Kızlar, Kuzen Larry, Alf… Yarışma programlarına da rastlayamadım, belki de ben beceremedim. Bülend Özveren’in sunduğu ve biz izleyicilerin de ailecek merakla seyrettiği “Ben Bilirim” ve “Banko” yarışma programları.
Bu iki uygulama sayesinde sanki zaman makinesine binmişim de çocukluğuma gidiyormuşum hissine kapıldım. Başlarda öyle de oldu. Neredeyse hüzünlenecektim de; ama bir süre sonra geçmişi geçmişte bırakmanın daha iyi bir yöntem olacağını düşündüm. Çünkü özellikle o çok sevdiğim dizilere bir göz atayım dediğimde, kendi kendime, biz bu yapımlara nasıl katlanmışız deyiverdim. Nasıl bir tahammül sınırımız varmış ki katlanmışız? Belki de günümüzün şartları bizi bu duruma sürükledi. Mesela Ömer Seyfettin’in Ferman adlı öyküsünden uyarlanan filmde şöyle bir sahne vardı. Atlılardan oluşan bir kervanı düşünün. Kamera bir yerde durmuş, bütün atlıların geçişini izletti bize. Sonra kameranın açısı değişti ve bu sefer de öbür taraftan kervanın geçişini izledik. Neredeyse 6 dakika sürdü bu sahne. Her şey o kadar yavaş ki, elim ister istemez ileri tuşuna gidiyor. Bu çağ hepimizi aceleci yaptı belki de. Yavaşlığa katlanamamamız ondan kuşkusuz. Tüketim toplumu bizim yavaşlığa olan tahammülümüzü de tüketti. Neyse, bir süre sonra geçmişi çok fazla yargılamayıp barış antlaşması sağlayarak terki diyar ettim o günleri. İki uygulamaya da bir süre girmeye ara verdim.
Bu kadar eleştiri yağmuruna tuttum da geçmişi, hiç mi kârı olmadı o günlere gitmemin? Olmaz mı? Şimdinin kıymetini anlamış oldum. Nasıl ki mekanın ruhu oluyorsa bence zamanın da ruhu var. O ruhu en güzel, içinde bulunduğumuz evrede yaşayabiliriz. Şimdiki hayatıma bakıyorum da, doyumsuz bir keyif içindeyim. Kitap okumak, yazı yazmak, araştırma yapmak, aile olmak, bir çocuk büyütmek, sizinle geçmişte oyun oynamamış ebeveynlere inat, saatlerce çocuğunuzla vakit geçirmek. Mesele çocuğunuzla çocukluğunuza gitmek değil, mesele çocuğunuzla çocuk olmak. Geçmişe özlem duyup da kendinize işkence çektirmeyin. Şimdinin güzelliklerinin farkında olun. Nerede o eski bayramlar diyeceğimize, şimdiki bayramların tadına bakın, keyfini sürün.
Sağolsun TRT’nin bu iki uygulamasıyla geçmişe gittim bir iki günlüğüne. Bence herkes gitmeli o günlere, şimdinin gücünü anlayabilmek için.