Kızarmış gözleri çizgi halinde, dudak kenarları aşağı doğru sarkmış, dalgın dalgın Atatürk Bulvarı’ndan aşağı doğru kafasındaki aynı düşüncelerle yürüyordu.
“Bu araba da değişik bir şey kokuyor? Başka birisinin parfümü mü bu? Üstelik sinmiş de koltuklara.”
“Saçmalama Demet, Allah aşkına yine başladın paranoyalara. Ne alakası var, sen bu aralar çok fazla dizi izliyorsun galiba?”
“Komik mi bu şimdi? Neden öyle celallendin hayırdır?”
“Yooo yani sen öyle parfüm falan deyince geçen gün bizim şube müdürü Pelin Hanım’ı bırakmıştım adliyeye, işi varmış da. Ne bileyim, belki de onun kokusu sinmiştir.”
Nasıl da paniklemiştin, daha o gün anlamalıydım da konduramadım işte, on sekiz yaşımdan beri benimle olan adamın artık beni böyle sevmediğine. Saflık.
Kadın kuyumcunun önünden geçerken durdu, dükkânın vitrini gözlerini kamaştırdı. O zamanlar kendi kendilerine tırtıklı, incecik birer halka alıp güya sözlenmişlerdi.
“Hanımefendi bunu kuru temizlemeden gönderdiler. Beyefendi sabah ceketini şoförle bıraktırmış, bu zarf cebinde kalmış, belki önemli bir şeydir.”
Ellerim titreyerek açmıştım zarfı, canım sevgilimle başlayan, bu başımdaki lanet kadından kurtulur kurtulmazla devam eden, o sevgiliye yazılmış satırların daha fazlasını okuyamadım. Başım dönmüş, midem bulanmıştı. İlk iş olarak gençliğimin hatırası ince halkayı, sonra da yirmi yılın nişanesi alyansımı parmağımdan çıkarttım.
“Alyanslara bakabilir miyim?”
“Tabii nasıl bir şey isterdiniz?”
“Bir ince bir de kalın. İki tane lütfen.”
“Beyefendi de gelseydi birlikte baksaydınız keşke?”
“Beyefendi yok, öldü.”
Kuyumcu şaşkın şaşkın alyansların dizili olduğu tepsiyle öylece bakakaldı.
“Ver kardeşim, ver. Kendime bakacağım alyans.”
“Tabii hanımefendi buyurun.”
“İnsan kendi kendine alyans alamaz mı? Allah Allah, tek başıma takacağım. Kendime söz olsun diye.”
Çattık der gibi baktı kuyumcu, elindeki tepsiyi yavaşça tezgâhın üstüne bıraktı, bir adım geriye çekildi.
“Bak bu güzel, tam da gençliğimde taktığım alyans gibi, ellerim aynı değil nerede o incecik zarif parmaklar, şimdi haşlanmış lahanaya döndü. Bunu alayım yok koyma kutuya hemen takacağım, kendi kendime takacağım evet, kendi kendime söz vereceğim. Bundan sonra hastalıkta, sağlıkta, iyi günde, kötü günde sadece kendimi sevip sayacağıma, kendime hiç kazık atmayacağıma ve kendimi kandırmayacağıma söz veriyorum. Söz.”
Kuyumcu hayatında belki de bir daha asla göremeyeceği bu tablo karşısında şaşırmıştı. “Hayırlı olsun hanımefendi” dedi.
Dükkândan çıkan Demet bulvarın neredeyse sonuna kadar gelmişti. Biraz daha yürürse Sıhhiye’ye, Devlet Operası binasının önünden de Ulus Heykel’e doğru çıkabilirdi. Annesi ile bayram günlerinde hep Ulus’a gelirlerdi. O kalabalığın içerisinden itiş kakış sebze meyve halinin olduğu yere giderlerdi. Sonra aynı güruhla aşağıya, Ulus’a doğru dolmuşların olduğu durağa inerlerdi. Annesinin elini hiç bırakmazdı. Bir keresinde bırakmıştı da kaybolduğunu sanmıştı. Allah’tan annesi yakındaydı da hemen koşup tutmuştu elini, sıcacık. Annee ben yine kayboldum biliyor musun!! Annesinin yumuşacık sesi kulaklarında, olur mu güzel kızım ben seni hiç bırakır mıyım?
Demet gözlerinden fışkıran yaşları silerek karşıya geçti, Atatürk Bulvarı’ndan yukarıya doğru yürümeye başladı, insanlar ona bakıyordu.
Bakarsanız bakın hiç de umurumda falan değilsiniz.
Yanından geçen kadın dik dik baktı, söylediklerini duymuştu. Demet içinden konuştuğunu sanıyor oysaki herkes tarafından duyuluyordu.
Evinin sokağına girdiğinde bu yollarda el ele gülüşerek yürüdükleri anları düşündü. Apartmanın önüne vardığında kocasının zilzurna içmiş bir şekilde sabaha karşı eve geldiği geceler gözünde canlandı, sımsıkı yumdu gözlerini.
Anahtar şıkırtısıyla imamın sabah ezanı okurkenki hazin sesi birbirine karıştı anason ve ucuz parfüm kokusu beynine kadar ulaşırdı. Ağlamaktan ve sabahlara kadar onu beklemekten kan çanağına dönmüş gözleri ile neden? neden? diye sessizce sorardı.
Kapıcı yavaşça yanından geçerken gözlerini araladı Demet,
“Halil Efendi senden rica etsem şu karşıdaki emlakçıya numaramı verir misin beni arasın?”
Adam hiç konuşmadan sadece kafasını salladı, buraların kralıydı o, her şeyi bilen, her şeyi gören.
Evin karanlık koridoruna girince boğulur gibi oldu, kaçmak istedi. Saçmalama kızım burası evin, nereye kaçacaksın? Hadi gir içeri. Yatak odasına doğru korkarak geçti, yatağın üzerine oturdu, ayaklarını aşağıya salladı. Aşktan sarhoş oldukları, nefes nefese geçen zamanlar, zihninden çabucak geçti.
Ayaklarını sürüyerek banyoya gitti, duşu açtı.
‘Senin bacakların biraz kısa mı?’
Onca yıldan sonra şimdimi fark ettin bacaklarımın kısalığını? Yoksa sen uzun bacaklı kadınları mı sevmeye başladın.
Bu evden çıkmalıyım nereye baksam onu görüyorum.
Sabaha karşı sızmıştı, derin uykulara daldı, uyudu, uyandı, sayıkladı, gözyaşları içerisinde bağıra çağıra döndü durdu.
Her şeye rağmen pırıl pırıl doğan güneş gözüne değdiği an da içini kaplayan umutla uyandı.
Uzun boylu ince bıyıklı emlakçıyla bambaşka bir semte doğru yol aldılar. Adamın pis kokulu hurda arabası eski püskü bir apartmanın önünde durdu. Demet kendini dışarıya zor attı, derin bir nefes aldı.
Sarı sarmaşık gülleri olan yeni evinin kamelyasından gökyüzüne baktı.