Güldünya Tören, töre cinayetlerinin sembolü olmuş isimlerden biri. Çoğumuz onu kucağında bebeğini tuttuğu gelinlikli fotoğrafıyla hatırlıyoruz. Evlenmeden çocuk sahibi olmuş, mutlulukla kameraya gülümseyen bir gelin değil maalesef, bebeği tecavüzcüden olma, gelinlik başkasından, her an ailesinin erkekleri tarafından öldürülmeyi bekleyen korkmuş bir kadın. Aile, bir kere deneyip başaramayacak, sonra hastane odasında öldürecek Güldünya’yı. Biz onu unutmaya başlayacağız yavaştan ama iyi ki sanat var, iyi ki tiyatro var.
Deniz Altun’un yazıp, Özgür Kaymak’ın yönettiği Gül’e Ağıt, Şubat 2022’den beri İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda seyircisiyle buluşuyor. Ben de geçen hafta bu şanslı seyircilerden biriydim. Anlatacağı hikâyeyi bilince, insan kendini hazırlıyor tabii karşılaşacağı dramatik hikâyeye. İlk perde düşündüğümüzün aksine bol bol güldürüyor bizi, yoksul, ataerkil ama sıcak bir aile izliyoruz. Sinirli ağabey de sert mizaçlı baba da seviyor bu aileyi. Güldünya, küçük erkek kardeşi ve annesi zaten birbirlerine çok düşkünler. Sonrası bir dolu acımasızlık, bir dolu kötülük üzerine, o bildiğimiz acıklı sona doğru gidişi anlatıyor. Bir akrabasının tecavüzüne uğrayıp hamile kalan kadını, babası ve erkek kardeşleri duvardan duvara vurup yerlerde sürüklüyor. Seyirci olarak biz de oradan oraya fırlatılıyor gibi oluyoruz. İkinci perdeyi gözlerimiz dolu izliyoruz, hikâyenin gerçek oluşu kadar, oyunculukların gerçekçi oluşu da bizi Güldünya’nın dünyasına çekiveriyor. Çocukluğumda izlediğim, köy hayatını anlatan tiyatro oyunlarından biri gibi başlamışken (ki mesela Nalınlar hâlâ aklımdadır) bir yeni dönem gerilim filmi gibi devam ediyor maalesef.
İstanbul’da yanına sığındığı çocukluk arkadaşı Keramet, Güldünya hastane odasında öldürüldükten sonra gazetecilere şunu söylüyor: “Biz onu altı ay koruduk, devlet bir gece koruyamadı.” Bu hazin hayat hikâyesine şahit olmak ve hiç değilse bu şekilde töre cinayetlerine kurban gitmiş kadınları anmak isterseniz, Gül’e Ağıt sizleri bekliyor.