“Pişmanlık ve vicdan azabı davranışa yönelikken, suçluluk kendiliği yani özü-ruhu hedef alır.”
Suçluluk duygusu bir sarmaşık misali ruhumu sarmıştı. Eğer ruhuma sirayet etmeseydi birlikte bir şekilde yol alabilirdik zaten bir parçam olarak benimleydi. Bazen geç kalmışlıklar için bazen de erken davranmalardan ötürü teğet geçmelerden dolayı. Artık çok da umursamıyordum açıkçası. Sonuçta umrumuzu belirleyen hislerimiz, yetiştiğimiz kültürden öğrendiklerimizin, yaşadıklarımızın yansımasıdır ne de olsa.
Hastane odasında gözlerimi açtığımda sol kolumdan kanımı emen bir sivrisinekle karşılaştım. İlaçlardan ötürü zehirlenen kanım onu uyuşturmuştu, canlılık belirtisi göstermiyordu. Onu seyretmeye devam ettim ve o sivrisinekte amacına varmanın huzurunu gördüm; canımı acıtarak emdiği kanımla elde ettiği huzur, onun sonuna sebep olacak olan huzur. Diğer elim ondan kurtulma dürtüsüyle hareket etti ve ona vurarak ezdi; hayatına son vererek onu acılarından kurtardım. O böyle bir son, bir kurtuluşu istiyor muydu bilmiyorum.
Bu beni kötü biri yapar mı düşündüm ama bir sonuca varamadım ve düşüncemi dün okuduğum genç bir çocuğun işyerinde arkadaşını öldürdüğü ve polise koşarak bütün hikâyeyi anlattığı haberine yoğunlaştırdım. Suçluluk onu da ele geçirmiş olmalıydı. Bu hisle polise kendisi gitmişti. Suçluluk duygusuyla yapılan eylemler pişmanlık sağlar mı bilmiyorum ama, öyle hemen kolay gelmiyor pişmanlık. İlkin, kanırta kanırta acı girdaplarına sokar: bedeli ağır olur.
Suçunun kefareti için cezaevine gönderildi. Lakin cezaevleri yalnız başına huzur ve pişmanlık sağlamaz çünkü bir insanı hapsetmekle, sürgüne göndermekle huzura erdirilmez. Eğer koşullarını ve zihnini düzeltebilmenin zeminini sağlarsanız hayatının geri kalanında huzur oluşabilir. Aksi takdirde, davranışları suçlanarak düzeltilmeye çalışılan kişiler, cezalandırma süreçleri geçmişlerini hatırlatacaklarından öfkelenirler. Bu, “suçluluk psikolojisi” diyerek geçiştirilecek bir durum değildir. Huzur, istemekle gelmez. Huzur emekle olur, bu yüzden huzur sona aittir. Başlarken huzurdan yoksunsan şayet, yetimsin demektir. Yara bere alarak büyüyecek ve ancak huzuru son anlarında; ya ölüm döşeğinde ya da olgun bir meyve misali dalından düşerken bulacaksın. Bu yüzden huzur sona aittir. Neyse, yataktan kalktım günün ilk rutini olan kahvaltının gelmesini bekledim. Bugün erken kalktım ve bu sabah ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Dışarıya baktım ve kapının çalınmasıyla irkilerek düşünce dünyamdan uyandım.
Hizmetlilerden biri, kahvaltıyı ve beraberinde bir mektup getirdi! Size söyleyebilirim ki hastanede bulunduğum bunca zamana kadar birçok tanıdığım ziyaretime geldi iyi dilek ve umut dolu sözleriyle benimle konuştular ama asla bir mektup gelmedi. Mektubu açtım ve adını bir şekilde hatırlamaya meyilli olduğum ama simasını bir türlü hatırlayamadığım ve anımsamak için büyük gayret sarf ettiğim ve sonunda hatırladığım bir arkadaşımdan geldiğini görünce hayretler içinde kaldım; okumaya başladım.
Bu mektubu yazarken senin onu okuduğunda yaşayacağın şaşkınlık kadar ben de şaşkınım. Tabii uzun zaman oldu. Bu akşam otel odasından ayrılmaya hazırlanırken boynumdaki yara izinin nasıl yavaş yavaş azaldığını fark ettim, ancak ciddi bir dikkatle bakıldığında fark edilebilirdi. Bana senden hediye kalan yara izini hatırlıyor musun? Beni yanlış anlama, bu mektubu sana o korkunç olayı hatırlatmak için yazmadım.
O zamanlar, mantıktan ziyade dürtü tarafından yönlendirilen saf çocuklardık. Kavga, şehir parkının arkasında, genellikle buluşmalarımız için toplandığımız o metruk binanın bahçesinde gerçekleşti ama o gün sadece ikimiz vardık. Şans senden yanaydı çünkü yerdeki cam parçayı ilk önce sen kaptın ve beni yaraladın. O günden sonra zihnim intikamla doluydu. Mahalleden taşınacağınızın haberini duyduğumda, her ne olursa olsun intikam almaya yemin etmiştim ve bunun için uygun koşullara hazırlanıyordum. Ne zaman ve nasıl olacağına dair bir fikrim henüz yoktu. Şimdilik menzilimden çıkıp gitmiştin.
Uzun yıllar sonra bir sonbahar akşamı taşındığınız şehri öğrendim. Aradan yıllar geçmiş ve ben senin bıraktığın izle yaşarken asi ruhum seninle aramızdaki husumeti dengelemeye hazırdı. Sana ulaşabilmem için kaynaklara ihtiyacım vardı, en önemlisi paraydı; en kestirme yol ya borç alacaktım ya da çalacaktım. Ben de ikincisini seçtim ama talihsizliğim bir kez daha yakamı bırakmadı. Yakalandım ve üç yıl boyunca tutuklu kaldım; bu beni daha da öfkelendirdi. Tutuklu evindeyken marangozluk sanatını öğrendim ve serbest bırakıldıktan sonra, doğruca mobilyaların üretildiği sanayi sitelerine gidip onlardan iş istedim. Becerilerimden çok etkilendiklerini söylemeliyim çünkü hemen işe başlamamı istediler. Ama önce başımı sokacak bir yer bulmam gerekiyordu. Bir bekâr odası kiralayarak yeni hayatıma başladım. İntikam niyetiyle, büyük bir hırsla çalıştım; yeterli parayı toplamam bir yılımı aldı, Sana nasıl bir darbe vuracağımdan hâlâ emin değildim.
Sonunda bir reklam afişinde belediyenin tören salonunda fakir çocuklar için düzenlediğin sünnet töreninde olacağını öğrendiğimde bu sana ulaşmam için bir fırsattı; Her şeyim hazırdı (yüzüne bir iz bırakmak için bıçak kullanmaya karar verdim), sana herkesin içinde saldırmak daha iyi bir şans olabilir, bırakalım herkes neyi hak ettiğini görsün. Boynuma bıraktığın iz yüzünden hayata küsmüş ve bir gelecek kuramamıştım kendime. Okulda olduğu gibi iş hayatında da başarı merdivenlerini hızlıca aşmıştın. Beni ana girişte durdurdular, davetliler sadece içeri alınıyorlardı. Bu sefer de hedefime ulaşamadım.
Bir anda intikam almak adına tüm heveslerim değişti, çok geçmeden kendi evimi alabileceğimi fark ettim; küçük bir daire aldım. Hiç böyle bir sevinç hissetmemiştim, intikam duygularım neredeyse unutulmaya yüz tutmuştu. Bir gün banyodan çıkarken aynadan yüzümdeki ize gözüm takılı kaldı ve tekrar bana seni hatırlattı. Şimdi tek kolladığım sana ulaşabilecek başka bir fırsat, başka bir şanstı çünkü bu sefer daha güçlü, daha hazırlıklı olduğumu biliyordum, artık hiçbir şey engel olamayacaktı; ve o an gelmişti.
Okumaya soluklanmak üzere ara verdim ve ne yazık ki bu arkadaşımın yüreğinde harladığı intikam ateşinin kıskançlık olduğundan şüphem yoktu çünkü insanların çoğunda olmasına rağmen, kişide en çok suçluluk uyandıran hislerden birisidir. Bu sebeple, kimse kıskanç olduğunu söylemek istemez, hatta aleyhinde konuşur. Böylelikle başarısızlıklarının bedelini kıskançlık kisvesi altında başkalarına yüklerler ve hep mağduru oynarlar tıpkı bu mektubun sahibi gibi. Okumaya devam ettim…
Hastalığından ötürü hastaneye sevk edildiğin haberini aldım, hasta olman intikam duygumdan beni arındırmalıydı ama ne yazık ki öyle olmadı.
Hastaneye yakın bir kafede oturup yapacaklarımı düşünmeye başladım. Bu kadar uzun zaman ve uğraştan sonra, şansın bu kadar elverişli bir şekilde kendini göstermesi beni mutlu etti. Kolay olacak diye düşündüm; direnecek gücün yok ve her şey çok kolay olacaktı. Kimse fark etmeden kaçacağım, seni acı ve geçmiş için pişmanlık içinde bırakacağım. Bunları hayal ederken moralim yükseldi, kendimi iyi hissettim.
Ertesi gün yolun karşı tarafında trafiğin geçmesini beklerken birdenbire önüme genç bir bayan geldi, bir anda göz göze geldik ve sonra o yere yığıldı. Onu kaldırmaya çalıştım, sarstım ama ateşi çok fazlaydı, cevap vermesine imkân yoktu. Her şey son derece ani bir şekilde oldu. Gözleri yardım için yalvarıyordu. Hemen harekete geçtim ve onu hastaneye götürdüm; evet senin de bulunduğun hastane. O zaman bu kadar yakın olduğumuzu tamamen unutmuştum. Personel bana sorular sordu, formalitelerle meşgul etti. İlaçları ve tüm gereçleri almak için eczanelere koşturup durdum. Hepsini belki de sana bir daha bu kadar yaklaşamayacağımı bile bile yaptım.
Doktor, bilincinin yerine geldiğini haber verdiğinde gece geç bir saatti ve o zaman, rahatlamayla birlikte aklıma ilk defa tamamen unuttuğum başka bir duygu hâkimdi; sen aniden düşünce denizimden bir balık misali hızlıca yüzüp kıyılarımdan uzaklaşmıştın. Hiç de öfkeli değildim, çünkü tüm enerjim ve düşüncelerim tamamen o kıza yoğunlaşmıştı. Konuşabilmesi üç gün sürdü, ben her zaman oradaydım; Geçerli bir nedenim yoktu ama yanından hiç ayrılmadım. Onu eve götürmek zorunda kaldım, hâlâ bakıma muhtaçtı. Bu yüzden onu yanımda tuttum. Çalıştım ve onunla ilgilendim, bu beni mutlu ediyor ve bambaşka biri oluvermiştim. Biz âşık olduk. Evlendik ve aşkımız çiçek açtı. Aşkımızın başladığı gün senin de hikâyemdeki rolünün bittiği gün oldu.
Kısmet işte! Her ne kadar mümkün görünmese de sen benim hikâyemin kahramanı oldun. Hayatımın en değerlisine senin peşine takılmakla kavuştum. Daha sonra hastalığının devam ettiğini duydum. Üzülüyorum ve umarım tez zamanda iyileşirsin.
İlkokul arkadaşın
O mektubu okuduktan sonra bir süre uyuşmuş gibi dona kaldım. Bir insan çocukluk çağında yaşanmış bir olayı yıllarca içinde tutup, kinle nasıl zehirler kendisini aklım almıyordu. Kıskançlık işte. Durup ‘kahraman’ kelimesine tekrar baktım. Kahraman!!! Bu tamamen kör bir intikam uğruna boşa geçen yıllar için, beni, hayatında artık bir anlamı olmadığına inanmaya zorlamıştı; ve aniden başka birinin hikâyesinin kahramanı oldum. Kimin? Düşmanımın… (Şimdi değil tabii). Ne acı!!! Benim de arzuladığım her ne varsa şimdi o ulaşmıştı hem de bir intikam yolunda. Allah biliyor, asla ahlaksız bir adam olmadım, asla başkalarının kötülüğünü dilemedim (sadece çocukken birkaç kavga… ama bu her insanın başına gelir… ). Peki ne için? Bu hastalık neyin kefareti? Ve neden kötülükle intikam almaya niyetlenen bir adam ödüllendirildi? Gördüğüm kadarıyla gerçek, herhangi bir biçimde varoluşun sefil olması gerektiğidir. Hayatın kime nasıl güleç yüzünü göstereceği büyük bir muamma…
Şiddetimin bir eylemi başka birinin huzuruna yol açtı. ‘Kader mi şans mı?’ İşte hayat bu sonucuna varabileceğim tek şeydi. İçimden büyük bir enerji akıyordu; ve şimdi yazarken, bunun uzun yıllardır yaşanmadığını anlıyorum. Her şeyi yok etmek istedim. Ama sonra yine kapı çalındı ve yine yüzünü buruşturan görevli bu sefer tabağı almak için içeri girdi. Tabağa dokunulmamış olduğunu gördü ve bana baktı; gözlerimdeki çalkantıyı görmüş olmalı ki “Sonra gelirim” dedi ve gitti. Nasıl bilmiyorum ama o görevli beni sakinleştirdi, boş düşüncelerle odada biraz dolaştım ve sonra yemeye karar verdim. Mektubu dolabımdaki bir kutuya koyup, yemeğe oturdum. Ondan sonra pek bir şey yapmadım. Sonunda şunu anladım ki: “Kendimizden saklanmaya çalıştıkça kötü oluruz. Kötülük kendimizden saklanma sürecinin bir parçasıdır. Kötülük, suçluluk duygusundan kaçmaktır.” Arkadaşım da, kendi beceriksizliğinin farkına varmış ve kötülüğü seçerek suçluluktan kaçmıştı.
Ama her ne yapılırsa yapılsın suçluluk duygusu kişinin kendisine, koşullarına, içine doğduğu ailenin iç doğasına karşı dürüst olmamasından kaynaklanır.
Kavganın nedenini hâlâ hatırlamıyorum ama boynuna nasıl çizik attığımı hatırlıyorum. Ona, ruhunda yıllarca sürecek bir zarar vermek niyetinde değildim, o olaydan hemen sonra pişmandım ve çocuktuk. Şimdi sahip olduklarını, bana duyduğu kinden ötürü beni takip etmesi sonucu elde edebildi diye şimdi pişman değilim. Umarım neşe içinde yaşarsın arkadaşım.
Elveda.