Uzaya, uzağa ya da bedene, tutsaklığa… Ya da…
Insanın en büyük tutsaklığının yeryüzü tutsaklığı olduğunu savlarken Hannah Arendt, aslında yaşanan onca zulümden kaçışın farklı bir panoramasını da hatırlatır bizlere. Gidersek, kurtulma şansımız vardır belki. Yeryüzünün ağırlığı bizi aşağı doğru çektikçe kaçış özlemi kaçınılmaz hale gelir. Özgürlük vaadinin mekansal sıkışmışlığa indirgenmiş olması, bir nebze de olsa bizlere, insanlığımıza ve kaderimize başkaldırma şansını sunar.
Gidersek, hepsini unutacağız!
Haliyle farklı galaksilerde bizleri bekleyenler de farklı olacaktır…
Oysa insan varsa, distopyaların hemen hepsinde gördüğümüz üzere, aynı tas aynı hamam olacaktır hemen her şey. Bunu defalarca okuduğumuz ah güzelim kitaplar! Bize nasıl da bizi anlatırlar. Kötülük, garez ve fesadın ışıktan hızlı sesten önde olduğunu, kainatların bu sefilliklerin yarattığı alanlarda kefaret alanlarından öteye geçemeyeceğini…Ne kadar gidersen git dediğini duyarız o kitaplardaki sesin; sen aynısın kardeşim…
Benzeri bir durum bedenlerimiz için de geçerli olabilir. Ki bu sayıda bunun ağırlığını çokça betimledik. Beden konusunda çok fazla yazmak isteyen olmadı. Belki de bu tutsaklığın içe dönük boyutu olduğu için. O zaman o soruyu düşünmek de kaçınılmaz oluyordu sanki: Bedenlerimize tutsak olduğumuz için mi ölümden bu kadar korkuyoruz? Ancak hiç kuşku yok, bizler sadece ölümden korkanlar değil, yaşamdan da korkanlarız. Belki de en çok yaşamdan. Hal böyle olunca, bu sayıda, adını koyamadığımız bir gölgeyle birlikte ilerledik. Gözde Uskur’un kapakta desenlediği o ip cambazının haletiruhiyesi içerisinde 2023’ün bu ilk sayısında biraz tedirgince yazılar kaleme aldık.
Bundan sonrası içinse “düşler sahili” demeyi uygun bulduk. Hayallerimiz nereye giderse oraya gideceğiz-sanki. Bakalım, göreceğiz…
Yazılarınızı bekliyoruz. Adresimiz belli: info@mikro-scope.com… Ne olursa olsun biraz daha hafiflemiş, biraz daha neşeli… İnadına.