Saçlarım arsız bir rüzgârın dokunuşuyla bilmediğim bir yere savruldu bugün.
Bilmediğim bir yerden seslendiler bana.
İçim ürperdi…
Seziyordum; bugün benim saçlarımı okşayan rüzgâr çok da uzak olmayan bir coğrafyada dokunamadığı her saç teli için kızgındı.
İçinde kızgın ve kırgın kadınların çığlıkları gizliydi.
Matemleri, öfkeleri taşıdığı kara bir çarşaf ile gizlenen, var olmaya çalışırken yok oluşlarının saklandığı gibi.
Kadının adı yine geçmedi…
Benim bedenim, bugün ve yüzyıllardır bildiğim hissettiğim, sindirmek zorunda kaldığım ve sakladığım acılar ile bezendi.
Direndiğim ve savaştığım ve sessizce başkaldırdığım her acım, sert, nasırlı kaba ellerin avucunda örselendi.
Ben bugün, yarın, asırlar önce ve tarihini unuttuğum bir günde özgürlük dediğim için; dilim kesildi, hayatım, hayatımın ışığı siyah bir tül perde ile beyaz bir kumaş arasında sona erdi.
Bedenim, savaş yaralarım, madalyonum benim.
Sırf adımın getirdiği yargılarla örülmüş karanlık bir çukurun içinden bana tepeden bakmasınlar diye mahlasımla yazdığım her kitap; hayatın sırrını fısıldayan bir şahesere dönüştü.
Şifa dağıtmak için kıpırdayan dudaklarım, hareket eden ellerim sayamadığım kadar çok giyotinin soğuk ışığıyla bildiklerinden ve bilmek istediklerinden mahrum oldu.
Karanlık bir lekeyim ben ama karanlık çukurlarında hâlâ ışığımdan korkuyorlar.
Kız çocuklarımın yüzünü okşuyorum, geceleri umutsuzca camdan baktıklarında.
Savaşacak çok şey var biliyorum.
Onurlu bir yaşam bu, savaşacak çok şey olduğu için.
Ve bu savaşın sadece var olmak için verilen bir savaş olduğunu bildiğim için.
Onurlu bir varoluş.
Sonu yüzyıllardır yok oluşa sürüklenen.
Yüzünü karanlığının içinde göremediğimiz bir yaratığın, hayatın kendisi ile hayatın kendisinden korktuğu için verdiği sonsuz mücadele.
Ama bilmiyorlar ki;
Benim bedenim,
Benim ruhum,
Benim hayatım,
Ben hayatım.