“1 Milyon Kitap” projesiyle çocuklara en büyük hediye: Kütüphaneli bir evde doğup büyümek.
Bir çocuk ne zaman kitap kokusuyla tanışmalı? Eline alıp, dokusunu ne zaman hissetmeli? Kitaplarla dost olabilmesi için okuma yazma biliyor olması gerekir mi? Ya da bunun gerçekten bir zamanı var mıdır? İşte bu proje, çocuklarımız doğduğu anda kitaplarla tanışmalı diyor. Kitap rafları arasına doğmalı…
“1 Milyon Kitap” projesini hayata geçiren Prof. Dr. Selçuk Şirin, çocukların zihinsel gelişiminin yüzde 90’ının ilk üç yılda tamamlandığını ve Türkiye’de doğan çocukların yaklaşık yüzde 80’inin kütüphanesi olmayan bir eve doğduğunu söylüyor. Gelişim dönemlerinin en verimli zamanlarını kitapsız geçiren çocukların, bir nevi hayata büyük bir açıkla başladığına da dikkat çekiyor. İşte bu proje sayesinde, kütüphanesi olan bir eve doğan çocuklarımızın sayısı artıyor ve aslında doğdukları anda her birine güzel bir gelecek hediye ediliyor.
Şöyle bir düşününce, Horatius’un “Elimde olsaydı her karış toprağa, buğday eker gibi kitap ekerdim”’ cümlesi geliyor aklımıza. Kitaplar hiç gitmediğimiz yollarda, bilmediğimiz hayatlarda var olma şansını, bazen de hiç fikir sahibi olmadığımız bir kavramın tam ortasında hakimiyet kurma şansını sunuyor bize. Daha çocukken elinize aldığınız kitabın kokusu ruhunuza işlerken, sayfalar arasında bir yolculuğa çıkıyorsunuz aslında. Dünyanın farkına varmamış bir bebek için ise kitaplar göz, kulak, dil oluyor. Kitaplarıyla arkadaş olmayı başarmış bir çocuk, kendinin en iyi versiyonuna “merhaba”’ demeyi seçmiş çocuktur. En iyiden kastım mükemmel bir çocuk olması gerektiği değildir. Çünkü zaten kendini tanıma şansına sahip olmuş her çocuk, artıları ve eksileriyle kendinin en mükemmel versiyonunu yaratmıştır aslında. Birey olmadan önceki basamakta, okuduğu her kitapta, çıktığı her yeni yolculukta farkında olmadan kendinden bir parça bulmuş ve bunun sayesinde kendini tanımış, zeminini sağlam tutmuştur. Birey olduğunda ise her konuda çok iyi değildir belki ama hangi konularda çok iyi olduğunu biliyordur. Bu yüzden kitaplar, insanların en iyi arkadaşı olduğu kadar aynadır da. Okudukça kendini görme şansına sahip olan insanlar, değişen fikirleri ve bakış açıları sayesinde kendini tekrar yaratır. Çocuklar ve hatta bebekler ise bu konuda daha da şanslıdır. Onlar tertemiz bir sayfayla hayata başlarken, o sayfayı okudukça nasıl dolduracaklarını çok iyi öğrenirler. Bebeklik, çocukluk dönemlerini kitaplarıyla geçirenler ise sadece bir bireyi değil beraberinde güçlü bir toplumu yaratmış olur. Bu yüzden bizler Horatius’un dediği o tohumu, ilk önce evlerimizde ekmekle işe başlamalıyız. Çocuklarımız için o toprağı sulamalı, fidanın yeşermesine tanık olmalıyız. Evimizde ektiğimiz bu tohumun ileride bir buğday gibi tüm toplumu nasıl beslediğine gözlerimizle şahit oluruz çünkü. Unutmayalım ki duyu organlarının tamamına sahip olan ama kitap okumayan her çocuk, birey, aile hatta toplum biraz kör, sağır ve dilsizdir.
Binlerce çocuğumuza doğduğu andan itibaren bu değerli hazineyi armağan eden “1 Milyon Kitap” projesinin sahibi Prof. Dr. Selçuk Şirin’e ve projeye destek veren herkese teşekkürler.