Küratör Gerhard Stäbler ile oyun, cennet, müzik üzerine…
Gerhard Stäbler ile Kunsu Shim tarafından hayata geçirilen “Good-bye Paradise?” (Elveda Cennet?) performansı, 27 Ocak’ta Arter’de sanatseverlerle buluştu. “Oyun”un kural tanımazlığı ve özgürleştiriciliği etrafında şekillenen, Hezarfen Ensemble’ın müzikleri aracılığıyla yeni bir mekân ve hikâye yaratmayı amaçlayan performansı küratörlerinden Gerhard Stäbler ile konuştuk.
Performansınızda, sanatınızı mekân unsuru ile bir araya getirerek yaratıyorsunuz. Ne zamandan beri sanatın mekândan bağımsız olmadığını düşünüyorsunuz? Bu bağlamda “Arter” ile “Elveda Cennet?” arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Sanat ve özellikle de müzik her zaman mekân ve zamanla bağlantılıdır. Sadece birkaç istisna var, örneğin müzik eşliğinde okuma. Bu durumda, zihnin içinde hayali bir ses yaratılır, yani aslında mekân (zihin) ve zamanla da bir ilgisi vardır çünkü müzik burada zaman içinde yayılır. Müzik performanslarında, mekân ve zaman içindeki ilerleme, yani
koreografi, dikkatle değerlendirilmesi gerekilen bir konudur. Bizim için sanat müzeleri özellikle uygundur çünkü tüm duyuları çeşitli şekillerde dahil etme imkanı sunarlar. Ayrıca müzikle ilgili işitme, görme, dokunma ve hatta bazen koklama üzerine kurulu olası
bağlantılara kokulu bağlantılar sağlayan belirli ortamlar seçmemize izin verirler. Aslında müziği belirli bir mekâna bağlamak işimizin temel şartı değil. Bir mekân her zaman vardır, konser salonu, sergi alanı, park vb. olabilir. Öyle ya da böyle, kompozisyon orada yapılabilir. Bir beste, John Cage’in “4:33″ü diyelim, New York’ta bir sokakta icra
edilebileceği gibi, Arter’de de çalınabilir, yani bir müzik eseri temelde belirli bir alandan bağımsızdır. 2000-2010 yılları arasında 10 yıl boyunca Almanya’nın Duisburg kentindeki Wilhelm Lehmbruck Müzesi’nde Kunsu Shim ile birlikte misafir besteciydik. Bu süre zarfında
bu müzede çok sayıda proje gerçekleştirdik. Öncelikle mekânda sergilenen çağdaş heykeller müzesi olduğundan, sergi mekânıyla, alanın akustiğiyle, içinde sergilenen nesnelerle, mimari özellikleriyle oynamak için çeşitli fırsatlarımız oldu. Aslında, yalnızca belli bir mekânda
gerçekleşebilecek eserlerimiz de var. Arter’de olduğu gibi bir projeyi gerçekleştirmek için yeni bir mekâna davet edildiğimizde, mekânın özelliklerine bakarız. Genellikle her mekân birbirinden farklı bir
karaktere sahip olur. Ondan sonra bir program düşünmeye başlarız. “Elveda Cennet?” için dört farklı mekân seçtik: Sevgi Gönül Oditoryumu, Karbon, fuaye alanları ve Galeri 2. Oditoryumda ağırlıklı olarak dinleme üzerine odaklanılan “müzikal” gösteriler vardır.
Karbon’da esas olarak herkesin ilgisini çeken eylemsel parçalar yer alır. Fuayelerde seyircinin kendisi aktif hale gelir ve tüm sesleri dinleyebilir. Galeri 2’de performanslar sergilenen nesnelerle bağlantılıdır. Son olarak çıkışta izleyicilere Fluxus sanatçısı Nam June Paik tarafından, eve götürecekleri küçük bir hediye olarak bir müzik okunacaktır.
“Oyun” kavramı etrafında bir performans yaratma fikri nereden çıktı? Sadece bir eğlence aracı olmanın ötesinde, “oyun” kavramını nasıl özgürleştiriyorsunuz?
2022 baharında “ThisPlay” sergisini ziyaret etme fırsatı bulduk. Hem bunun için hem de diğer paralel Arter sergileri için çok hevesliydik. Çünkü kendimizi Fluxus’un “geleneğine” çok yakın hissediyoruz. Sergide, materyalin ne olduğunu ve hepsinden önemlisi, onunla
eğlenceli bir şekilde nasıl başa çıkılacağını düşünen sanatçılar vardı. Giorgio Agamben bu konuda şöyle yazıyor: “Ellerine eski ne düşerse onunla oynayan çocuklar; ekonomi, savaş, hukuk ve ciddi olarak düşünmeye alıştığımız diğer faaliyetler alanlarına ait olan şeylerden
oyuncaklar yapıyorlar. Birdenbire bir araba, bir ateşli silah ya da yasal bir sözleşme oyuncağa dönüşüyor. (…) Ancak bu bir ihmal değil, çocukların ve filozofların insanlığa kazandırdığı yeni bir kullanım boyutu anlamına geliyor.” Günümüzün hiper-maddileşmiş dünyasında bir malzeme, bir şey, insanlar için her zaman işlevseldir ve “maddi olarak” onlara bağlıdır. Yani bugün bir şeyin değeri, öncelikle
sahip olunabilirlik ve pratiklik tarafından belirlenir. Bir seramik kâseyi ele alalım, çok yüksek fiyatlı ve bizim için faydalı olsun. Bunu yaparken, “sanatsal” bir şekilde işlenmiş veya dekore edilmiş olsalar bile, şeylerin özünde bağımsız olduğunu unutuyoruz. Yani bir kâse, sadece
yuvarlak şekilli ve içi boş bir şeydir. Geçici bir şey olduğu için kendi başına değersizdir ama aynı zamanda bu mekân ve zamandaki tek ve eşsiz şey olduğu için değerlidir. Agamben’in anladığı anlamda “oyun”, bir çocuğun bir nesneyi nasıl tuttuğuna benzer şekilde, bir değer
kavramı olmaksızın nesnelerin eğlenceli bir şekilde ele alınmasıdır. Oynamak için bir amaç yoktur, sadece “oynamak” vardır. Eğlence ise her zaman bir amaca bağlıdır. Çünkü oyun oynadığı iddia edilen kişiyi bir şeye yönlendirmeyi, yani onu eğlenceli bir şekilde gerçeklikten
uzaklaştırmayı veya “oyun” tarafından amaçlanan başka bir gerçekliğe (örneğin, bir fantezi dünyası, bir dövüş toplumu, belirli bir gelecek toplumuna göre, bir dövüş toplumu, daha fazla güç) yönlendirmeyi amaçlar. En başından beri eğlence kitlelere yöneliktir ve bu nedenle
kitlesel bir beğeniyi tanımlar. Eğlencenin amacı her şeyi bir gösteriye dönüştürmektir. Bunun amacı, her şeyin “görünür” hale gelmesidir. Eğlence sayesinde, hiçbir şey hakkında gizem yoktur. Her şey parlak bir şekilde ortaya çıkar ve tüketim için satışa sunulur. Ancak “oyun”da
yalnızca oyuncular ve nesneler vardır. İyi bir oyunda sadece oyuncuların kendilerini unutmakla kalmayıp, şeylerin kendilerinin de yok olacağı söylenir. Sonunda, tamamlanmış bir boş alan kalır.
“Hezarfen Ensemble” müzik grubu ile nasıl tanıştınız? Bu performanstaki rolleri nedir, katkıları neyi temsil ediyor?
Türkiye’nin en ünlü topluluklarından biri olan “Hezarfen Ensemble”’ın adını bir süredir biliyorduk ama dinleme fırsatımız olmamıştı. 2022’deki son İstanbul ziyaretimizde nihayet topluluğun kemancısı ve sanat yönetmeni Ulrich Mertin ile tanıştık. Birlikte çalışma isteğimizi
dile getirdiğimizde çok heveslendi. Bu arada provalarda toplulukla biraz deneyim kazandık ve onlarla beraber çalışabildiğimiz için çok mutluyuz. Ne de olsa Hezarfen, çağdaş müzik alanında kesinlikle dünya standartlarında yer alan ve ayrıca müzikal performans
deneyimlerini genişletmeye her zaman açık olan başarılı bir profesyonel müzisyenler grubu. Dört bölümden oluşan Arter programını toplulukla birlikte sadece besteci olarak değil, performansa katkı sağlayan sanatçılar olarak da oluşturabiliyoruz ve bu bizi çok mutlu
ediyor.
“Cennet”i nasıl tanımlarsınız, neden kurtarılmalı? Sanatınız cenneti kurtarma hedefine nasıl katkıda bulunuyor?
Genellikle, “cennet” dinle bağlantılı bir kavram olarak anlaşılır. Ama biz “cennet” terimini dini dogmalardan veya herhangi bir ideolojik anlamdan arınmış bir şey olarak kullanıyoruz. “Özgür bir şiir alanı”, cennet olarak adlandırılmalıdır. Şiir, zamanını anlatan bir mekândan başka bir şey değildir. O olmadan hareket olmaz ve hiçbir şey söylemez. O
olmadan “mekân”, sosyal normlar, önceden hazırlanmış bilgiler, kurallar, yasalar, hükümet önlemleri, yönetmelikler vb. ile doldurulur ve boğulur. Mekân bir bedendir ve zaman (hayatımızla birlikte) onun ruhudur. Cennet, yaşanmış bir mekânda yaşanmış bir zamandır.
Performansınızla katılımcılarda hangi duyguları uyandırmayı hedefliyorsunuz? Katılımcılar ne tür bir deneyim beklemeli?
Seyircinin iç dünyalarını elbette bilmiyoruz. Duygularını belli bir yöne yönlendirmek de istemiyoruz. Ancak umarız bu proje, onları “iyi” veya “kötü”, “beğendim” veya “beğenmedim” gibi klasik yorumlarla yargılamak yerine, “yeniden” ve “açık” bir şekilde karşılaşma fırsatı verir. Programda ayrıca, konser katılımcılarının çeşitli şekillerde aktif rol aldıkları, katıldıkları ve hatta -kısa talimatlarımıza göre- hayatları boyunca hiç yapmamış olsalar bile kendilerini “besteledikleri” çalışmalar da bulunmaktadır. Seyirci, daha sonra performans konseri
sırasında gerçekleştireceğimiz sesli fikirleri kelimeler veya grafiklerle not edecek.