Cağaloğlu Anadolu Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu olan Tamer Durak 1992'den beri gazetecilik yapıyor. ATV, NTV, CNNTürk, SkyTürk, 24 gibi birçok televizyonda çeşitli görevlerde çalışan Durak kuruluşundan itibaren Medyascope'un bir üyesi. Tamer Durak gazeteciliğin yanı sıra aletli dalış ve mağaracılık ile de ilgileniyor.

İyi ya da kötü herhangi bir olayın başımıza gelmesiyle başkasının başına gelmesi arasında ne kadar empati yaparsak yapalım büyük bir uçurum var. Sadece bu sebepten bile başka çağlarda yaşamış insanları anlamak, o çağı bugüne uyarlayarak değerlendirmek çok zor. Bazen öyle sert gelişmeler yaşar ki insan, tepkisi ile duruşu ile aynaya baktığında kendine yabancılaşır, o asla ve katiyen yapılmayacak şeyler listeniz bir anda tersyüz oluverir. İşte bu uzun süredir beraber yaşamaya çalıştığımız, sağ kalmak için çabaladığımız koronavirüs salgını da böyle öngörülememiş, öngörülemeyecek ve hayatımızın bundan sonrasını ne olursa olsun kökünden sarsmış ve hem kişisel hem evrensel tarihimizi bambaşka bir raya oturtmuş bir gelişme.

 

Üstelik bu salgın göz göre göre geldi. Çin gibi dev nüfusa sahip bir ülkede, o milyonlarca insanı evlere hapseden tehlikeyi, kıymetleri kendinden menkul ülke yöneticileri anlamakta zorlanınca, bu salgına karşı önlem almakta çok geç kalındı.

 

İşte şimdi bu salgından sağ kurtulmayı başaran bizler -en azından bugüne kadar- ömürlerimizden en az bir yılı çok zorlu bir şekilde harcadık, hani 2020,2021 yılları tekrar edilse yeridir. Üstelik erken kaybettiğimiz milyonlarca insan var ve o insanların yarım bıraktıklarını tamamlamak çok zor.

 

İnsanlık olarak tüm tarihimiz boyunca böyle kayıplar vermekte, toplu aptallık ve delirme halleri konusunda dünya üzerinde yaşayan diğer canlılara karşı belirgin bir üstünlüğümüz var. Tabii sorsak, insan en çabuk öğrenen canlı. Öğrenmiyor işte!

 

Bu koronavirüs salgını çağına nasıl ve nerede yakaladığınız çok önemli tabii, tam üniversite ya da liseye giriş sınavına hazırlanırken, okuldan mezun olacağınız yıl, kanınız kaynayıp sokaklarda gezmek istediğiniz günlerde yakalanan gençlerdenseniz işiniz çok zor. Evet, salgın çağına gençken yakalanmak zor ama bir yandan da bu salgını bitirebildiğimiz gün -eninde sonunda bitireceğiz, insanlık çok daha kötü salgınları da aşmayı başardı, yine başaracağız- artık önümüzde bambaşka bir çağ olacak. Tabii ki her şey bir günde değişmeyecek ama salgının dünyadaki etkisi en aza indiği gün, şu bir yıl boyunca gördüklerimiz, deneyimlerimiz, kendi kendimize daha fazla kalabildiğimiz sürede değişen ve gelişen davranışlarımız sayesinde belki de bugüne kadar düşünülmemiş yeni yolların kapısını açabileceğiz.

Tabii bir de şu dönemde de her daim gençlere nasihat ve akıl verme meraklısı insanlar olacak. Kendi adıma gençlere nasihat verecek hale düşmekten çok ama çok korkarım, deneyim paylaşmak bile bazen nasihat gibi olabilir ve başta dedim ya, insan kendi düşmeden başkasının düşüşünden ders çıkarır ama kendi felaketin gibi olmaz hiçbir zaman. Üstelik eskiden çağların değişimi yüzyıllar alırken bugün sadece yirmi yıl öncesi uzak bir rüya gibi. Bundan otuz yıl öncesi ile bugün arasında çok çok büyük bir fark var. Ve bu büyük farkların süresi giderek daha kısalıyor. Dolayısı ile gençlik kavramı ve gençlerin hayata bakışı da değişiyor, örneğin otuz yıl önce mutlaka okunması gereken fütürist yazarlar, bir bakıyorsunuz artık boşa düşmüş, yüz yıl öncesinin ütopik romanları bugünün baskıcı rejimleri karşısında lafı edilmeyecek derecede güdük kalmış.

 

Üstelik salgın hayatımızdaki mesafe kavramını da paramparça etti. Bir yandan her yer ve herkes uzak çünkü eski seyahat serbestisinin hele hele önce pasaport sonra vizelerle giderek artan kısıtlamaların da olmadığı dönemleri düşününce daha da azaldığı, bundan üç-beş sene önce gidilebilen yerler için mutlu olabildiğimiz bir dönem yaşadık, yaşıyoruz. Az önce dedim ya, gençlere nasihat verecek hale düşmek en korktuğum şeylerden biridir diye, nasihat vereceğim tek kişi var şu hayatta o da kendimim. Hatta belki de bu çağda artık bizden yaşça daha olgun olanlara nasihat vermek, örneğin benim kuşağımın hayal bile edemediği değişim ve gelişmelerin içine doğan gençlerin bizlere nasihatlerini dinlemek gerekiyor.

 

 

Bugün dünyaya baktığımızda birçok ülkenin ve kurumun yöneticileri altmış yaşın üzerinde; ekseriyetle erkek, ekseriyetle beyaz veyahut kendi ülkelerinin azınlığından değil de çoğunluğundan gelen, ekseriyetle zengin, ekseriyetle heteroseksüel insanlar. İşte bu engin deneyim sahibi kıymeti kendinden menkul, hata yapma konusunda markalaşmış yöneticiler, salgın döneminde kendileri tüm imkânlardan faydalanıp her istediklerini yaparken en başta kendi yaşıtlarını evlere hapsetmekten ve bunu onların iyiliği için yaptıklarını söylemekten geri durmadılar.

 

İşte bu bile bence çok büyük bir kırılma ve bundan sonra bin yıllardır dünya üzerinde alışılagelen, gençlerin yaşlı ve deneyimlileri takip etmesi şartının tam anlamıyla terk edilmesi hatta yeni şartlara aklı yetebilen yaşlıların gençlerin peşine takılması gereken bir çağın önündeyiz. Sadece bu bir yılda gördük ki o senelerce oradan buradan biriktirdiğimiz deneyimlerin çok önemli bir kısmının artık hiçbir önemi yok.

 

Bu kadar uzun laf salatasının sonunda artık ellili yaşlarına merdiven dayayan ama neredeyse herkes gibi “hâlâ kendini yirmi yaşında hisseden, ruhu genç” biri olarak söylemek istediğim, bugüne kadar yaşadıklarımdan, deneyimlerinden geriye doğru bakınca görüyorum ki en doğru kararları gençler alıyor çünkü bilginin tazesi her dem onlarda. Üstelik gençlikte yapılan hatalar çoğunlukla yaşla gelen temkin ve korkuya yeğdir. Çünkü Frank Herbert’in Dune serisinde Bene Gesserit rahibelerinin kutsal kitabında denildiği gibi; “korku akıl katilidir.” Başta dediğim gibi geçmiş çağların şartları ile empati yapmam mümkün değil ama kendi çağımda “deneyimli” yaşlıların durumu kurtarmak için bencilce ve korkakça yaptığı hatalar ve sonuçlardan çok çektim. Kendi adıma artık gençlerin önünde değil arkasında olmak, onlara öğreten değil, onlardan öğrenen olmanın vakti geldi de geçti diye düşünüyorum.