Kendi hâlinde bir kitap kurdu. Kitaplarla Lise 1’de Kartal Lisesi’nde bir edebiyat öğretmeninin zoruyla tanışmış. İyi ki de tanışmış.
Ömrünün 2000-2006 yılları arasına denk gelen altı yılını, içinde Müge İplikçi, Elif Şafak, Murat Belge ve Fatih Özgüven gibi bolca yazarın bulunduğu İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde, sonrasındaki on beş yılını da Sabancı Üniversitesi’nin Bilgi Merkezi’nde geçirmiş ve geçirmeye devam eden Özel, yıllar geçtikçe mesleğine âşık olmuş, çokça kitap okumuş, okuduğu kitapların birikimiyle de içindekilerini "BBY Haber Portalı" isimli mesleki sitede, Abbas Güçlü’nün yönettiği Türkiye’nin en büyük eğitim portalı olan Eğitim Ajansı’nda ve son olarak da Müge İplikçi’nin öncülüğünde çıkan Mikroscope dergisinde elektronik kâğıda döken biri. Öykü yazmayı da çok seven Özel, "COS" başlıklı bir öyküsü “Öykü Gazetesi”nde yayımlanınca o gün heyecandan sabaha kadar uyuyamamış.
Sabancı Üniversitesi İnsan Kaynakları biriminin organize ettiği "Hobi Atölyesi" kapsamında iki yıldır bir kitap kulübü koordinatörlüğü de yapan Özel, kitap okuma aşkını herkese bulaştırmaya kana kana and içmiş bir kitap elçisi.

İnsanın her dönemi öyle ya da böyle uçup gidiyor da gençlik daha bir hızlı akıyor. Gençlik döneminde okuduğumuz kitaplar bu evremizi yavaşlatmaya birebir.

Kitabı elime ilk aldığımda takvim yaprakları 1993 yılını gösteriyordu. 14 yaşımdaydım o zamanlar. Lise 1’deki edebiyat öğretmenimizin, herkesin bir klasik kitap okuyup özetini çıkarmasını istediği o kâbus gün, her şeyin başlangıcı oldu. Hayatına ansiklopediden başka kitap sokmamış biri için hariçten okunacak klasik kitap, büyük bir kaostu. Okul müfredatı dışında fazladan alınacak kitap, aile bütçesine vurulacak bir darbeydi. Çareyi mahallemizde, üniversite okuyan büyüklerimizin evlerinde aradım. Bir kitap tutuşturdular elime. Kitabı hocama götürdüğümde, “E, bu klasik bir kitap değil ki!” demesiyle başımdan aşağı kaynar sular döküldü. İki üniversite öğrencisi okutulan evden, bir klasik kitap çıkmamıştı. Buna mı yansaydım, yoksa henüz klasik kitap bulamadığıma mı? Neyse ki imdadıma sıra arkadaşım yetişti. Arkadaşım, ilk okuyacağım kitabı elime tutuşturdu. Kitabın adıyla, yazarının adının kafiyesi ilk hoşuma giden unsur oldu:

“Vadideki Zambak”
Honore de Balzac

Bu kafiye, Sunay Akın’ın Orhan Veli için yazdığı “Garip” adlı şiiri aklıma getirdi;

Şiirden kovduğu uyağın

dönüp dolaşıp

sonunda mezar taşına

konması ne

garip:

 

Orhan Veli

1914 – 1950

Şimdi sorsanız ‘Vadideki Zambak’tan aklınızda ne kaldı?’ diye, ‘Tortusu bile kalmadı’ diyebilirim; ama çok sevdiğim, çok etkilendiğim bir kitap olduğunu ve dahası okuma tutkumun fitilini ateşleyen bir gücü olduğunu söyleyebilirim. Birkaç yıl sonra, 1996 yılında kapısından gireceğim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, stajla başlayıp 2006 yılına kadar ikinci evim olarak kabul ettiğim İstanbul Bilgi Üniversitesi ve de 2006’dan günümüze kadarki ev sahibim Sabancı Üniversitesi’ndeki iş yaşantımda, sevgili kitaplara sorunsuz bir şekilde ulaşmanın ayrıcalığını yaşadım.

Futbolculardan aldığım imzalar kaybolup gitti. Kalıcı olanlarsa, yazarlardan aldıklarımdı. Sunay Akın’dan, Sedef Kabaş’tan, Müge İplikçi’den, Buket Uzuner’den, Tosun Terzioğlu’ndan, Talat Sait Halman’dan, Ercan Kesal’dan aldığım imzalar gönül köşkümdeki kitaplığımı süslüyor. Sonrasında Atatürk ve Dostoyevski imzalı kitaplarım da oldu. Hem de adıma imzalı! Nasıl mı? Resmi olmayan evrakta sahtecilik yaparak. Atatürk’ün Nutuk’unu, Atatürk adına imzalayıp kendime armağan ettim. Dostoyevski’nin de günahına girdim. Affetsinler.

Hayatımı kitaplardan önce ve sonra diye ayırdığımda önceki kısımda çok güzel geçen bir çocukluk dönemimden başka bir şey olmadığını fark ettim. Kitaplardan sonrasının ise neredeyse her ayı mıh gibi aklımda, çünkü okuduğum kitapları ay ay, yıl yıl yazıyorum. Lise 1’den bu yana 720 kitap okudum. Yaşım 42. Yetmişimi devirirsem bu sayının iki-üç katı daha kitap okuyacağımı düşünüyorum.

Eskiden çok düzensiz okurdum. Ta ki bir yılın sonunda kendime şu soruyu sorana dek: “Bir yılda kaç kitap okuyorum?” O yıl 34 kitap okumuştum. Pişman değilim. Kim olsa aynı şeyi yapardı. Ben de onu yaptım. 34 kitabı 12 aya böldüm. Ayda, ortalama okuduğum kitap sayısı 2.83’tü. Yazıyla iki nokta seksen üç. Utandım, hem de nasıl. İşte, “her ay 10 kitap okuma” hedefi koymak da o güne nasip oldu. Her yıl bu hedefin yakınlarında oldum. Kimi yıl 100 kitap okudum, kimi yıl 150. Sonuçta bu hedefim baki kaldı. Sadık kaldım hedefime.

Gelelim neler okuduğuma. Bu cümle beni heyecanlandırıyor. Keşke bana hep bu soruyu sorsalar. Neler okumadım ki, kimleri baş tacım etmedim ki, hangileri için kendimi tehlikeye atmadım ki…

Suç ve Ceza, Anna Karenina, Babalar ve Oğullar, Ana, Benim Üniversitelerim, Palto, Çehov’un öyküleri ve Oblomov, beyaz etli prenseslerin diyarından olan kitaplardı. Marquez, Eduardo Galeano, Vasconcelos, Steinbeck, Jack London, Hemingway, Bukowski ise komple bütün Amerika’dan beslendiğim yazarlar.

Avrupa’nın da çok ekmeğini yedim. Romenler, İngilizler, İrlandalılar, Fransızlar, Norveçliler, Almanlar, İtalyanlar, İspanyollar ve daha nicesi.

Ortadoğu’nun sıcak topraklarından da beslendim. Amin Maalouf ve Etgar Keret’i nasıl unuturum!

Ülkemizin suyunu da kana kana içtim. Ömer Seyfettin’i bilinen dört – beş öyküsüyle geçiştirmedim. Dergah Yayınları’ndan çıkan bütün öykülerini soluksuz okudum. Sait Faik, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Orhan Kemal, Reşat Nuri, Melih Cevdet, Oktay Akbal, Orhan Veli, Oğuz Atay, Nâzım Hikmet, Sunay Akın, Hakan Günday, İhsan Oktay Anar, Müge İplikçi, Buket Uzuner, Faruk Duman ve daha burada sayfalar boyu sürebilecek yazarlar, yazarlarımız…

Tek tip okumadım. Sürekli değiştirdim. Edebiyatın içinde öykü, roman, deneme ve şiir dörtgeninde mekik dokuyup durdum. Tarih, felsefe ve siyasetten de çok beslendim. Aynı anda birden fazla kitap okudum. Böylece okumaya ara verdiğimdeki dinlenme sürelerimde de başka kitaplar okuyarak yorgunluğumu attım.

Sizin anlayacağınız, boğazıma kadar kitaba battım. Beni artık buradan kimse kurtaramaz. Bana iyilik yapmak isterseniz, üzerime bir kitap da siz atın.