Prof. Dr. Aslı Tunç, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya bölümü öğretim üyesidir. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda iletişim lisansı ve Anadolu Üniversitesi’nde sinema-televizyon yüksek lisansından sonra iletişim alanındaki doktorasını 2000 yılında Philadelphia’daki Temple Üniversitesi’nden aldı. Bir yıl boyunca Amerika’daki aynı üniversitede iletişim kuramları ve küresel iletişim üzerine dersler veren Tunç, çalışmalarını 2001 Eylül’ünde Türkiye’ye döndükten sonra medya ve demokrasi, dijital aktivizm, sosyal medya ve toplumsal cinsiyet konuları üzerine yoğunlaştırdı. Mart-Eylül 2020’de Güney Florida Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2020 Ağustos -2024 Mart tarihleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Rektör Yardımcısı olarak çalıştı. Tunç’un İngilizce ve Türkçe akademik makaleleri, kitap bölümleri ve uluslararası raporları bulunuyor.

“Senin, evdeki o huzurun bozulsun biraz, anne!” diye haykırır Nursema, ailesinin karşısına geçip. Muhafazakâr bir kadının sıra dışı çığlığı, bu olağanüstü yüzleşme ve hesaplaşma sahnesi kanımca Türk dizi tarihine çoktan geçmiş vaziyette. 2022 Ekim’inde popüler kültür dünyamıza giren Kızılcık Şerbeti dizisinin ana akım bir televizyon kanalında toplumun fay hatlarında bu kadar cesurca dolaşacağını nasıl bilebilirdik? 

Zıt iki ailenin birbirine âşık iki genci klişesinden yola çıkıp, karakterlerin birbirlerine temas ettikleri her noktada değişip dönüşmeleri; dizinin çekiciliğini gittikçe artırdı. Dizi dünyasında bir türlü senaryoya doğru düzgün dahil edilemeyen yüzyıllık muhafazakâr dindar-seküler çatışması, Kızılcık Şerbeti ile tekrar gündeme oturdu. Daha önce Netflix’te yayınlanan Bir Başkadır dışında bu temayı doğrudan işleyen herhangi bir dizi olmamıştı. Kızılcık Şerbeti hakkında pek çok şey yazıldı, söylendi, özellikle de RTÜK yasağından sonra. Ben bu diziyi Ceren Yalazoğlu Karakoç’un olağanüstü oyunculuğuyla ete kemiğe bürünen Nursema karakteri üzerinden okumanın en doğru yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Bazen dizilerde bir yan karakter gelir ve bütün hikâyeyi ele geçirir. İzleyici ana karakterleri umursamayıp önceleri yan karakter olarak yazılmış bu kişinin öyküsünü merak eder. Ve sonunda yan karakter, dizinin yıldızı oluverir. Nursema işte tam da böyle oldu. Sevmediği bir adamla zorla evlendirilmesi, şiddet görmesi, ataerkil aile düzeni içinde sürekli ezilmesi, umursanmaması bu durumu sineye çeken milyonlarca kadının yabancı olduğu durumlar değildi aslında. Nursema’yı sıra dışı kılan ise, bunu normalleştirmemesi oldu. Aksine bu topraklarda hiç alışık olmadığımız şekilde özellikle kendine yapılan şiddete önce isyan etti, sonra da onunla yüzleşti ve bunu yapanlardan hesap sordu. İtaat eden, sürekli hâline şükreden, her şeye sessiz kalıp başına gelenlere dinî bir kılıf bulan kadınlara inat, Nursema isyanın simgesi oldu. Üstelik bunu da “karşı mahalle”den, önceleri ön yargıyla nefret ettiği kadınlarla dayanışma içinde yaptı. Özellikle Alev ve Nursema’nın dostluğu, toplumsal cinsiyet meselesinin dindar-muhafazakâr ve seküler kadınları ortaklaştıran niteliğini de açığa çıkardı.

Keskin kutupların, siyasetin hoyratlığından çıkıp yerini gündelik hayatımızdaki çatışmalara, çözülmelere ve dönüşümlere bırakması, izleyici olarak bizi ferahlatıyor. Dizi, başarıyla toplumdaki canımızı acıtan kutuplaşmayı karikatürize etmeden gri alanlara çekiyor. Düşmanlaşmaktan yorgun düşmüş kesimlere popüler kültür anlatısı üzerinden bir toplumsal uzlaşı hayali sunuyor. Bu da kuşkusuz az şey değil. İki buçuk saatlik format kaçınılmaz olarak teknik sorunları da beraberinde getiriyor. Hikâyede sarkan yerler oluyor, araya didaktik konuşmalar sokuluyor, reklamlar öyküye zorlama bir biçimde yediriliyor, inandırıcılıktan uzak yan karakterler anlatım dinamiğini bozuyor, vb. Bu anlamda popüler dizi ve reklam sektörünün dayattığı sert koşullar, Kızılcık Şerbeti’ni de vuruyor. Ancak her şeye karşın Kızılcık Şerbeti, derdini çok katmanlı yapısıyla alışık olduğumuz kalıplardan sıyrılarak aktarmayı başarıyor. Siyah-beyaz, iyi-kötü ayrımından özenle kaçınıyor. Ete kemiğe bürünmüş kadın karakterlerin ikilemlerini, endişelerini ve ödedikleri bedelleri görüyoruz. Nursema karakterinin muhafazakâr kadın izleyicilerin bir kısmında azımsanmayacak bir özdeşleşme yaratması, bu sahicilik duygusundan kaynaklanıyor. Muhafazakâr-dindar çevreden bir kadının kendi duygularına, kendini gerçekleştirme çabasına, hayatına, uğraşlarına ve aşkına sahip çıkmasını ve bu yönde hem aileye hem patriarkaya isyanını, ana akım televizyon ekranlarında görmek bir ilk. Sonuç olarak biz izleyiciler, Nursema ile birlikte bu toplumda derin farklılıklara rağmen birlikte yaşama kültürünün oluşma ihtimalini sevdik. Bu coğrafyada bizleri ayrı uçlara savuran derin mevzuların aşkla, kadın dayanışmasıyla ve cesaretle çözülme hayalini de. Ama en çok da camdan atılan Nursema’ların isyan etme ihtimalini sevdik.