1999 yılında doğan Hulusi Çakmak, Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği mezunudur. Lise yıllarından bu yana çeşitli mecralarda şiirler, öyküler, makaleler kaleme almaktadır. Eserlerini “Varlık” dergisi, “Eecstaticc Sanat Kitapları”, “Karnavalesk Platform”, “Yelefanzin”, “Mahal Edebiyat” gibi çeşitli mecralarda okuyabilirsiniz.

Dünyaca ünlü şairimiz Nâzım Hikmet’in 1929’da Resimli Ay’da kaleme aldığı o meşhur yazı bana ilham verdi: Putları Yıkıyoruz! Nâzım, edebiyat dünyasındaki putları yıkmayı amaçlamıştı. Ben de queer camiadaki birçok kalıbı yıkmak, parçalamak ve sorgulamaya açmak istiyorum. Başlayalım!

Şu aktiflik-pasiflik muhabbeti bir türlü sona ermiyor. Oysa ataerkinin beslediği bu iki kavramı, ataerkiden canı yanan LGBT+’ların, ağızlarına dahi almaması gerekiyor. 

Seks, en etkili ve en zevkli iletişim yollarından biri şüphesiz. İletişimin iki temel unsuru var: Alıcı ve gönderici. Günlük dildeki karşılıklarıyla, dinleyen ve konuşan. Birbirimizi sırayla dinleriz. Akabinde konuşuruz. Bir kişi sadece dinleyici de olabilir. Karşısındakinin söylediklerini dinlemekle de yetinebilir. 

Konuşmasa bile, jest ve mimikleriyle onu dinlediğini hissettirir. Kafa sallar, kaşını kaldırır, elini kullanabilir, gülebilir, dudağını ısırabilir, vb. Sonuçta, iletişim kurulmuş olur. Susan ve dinleyen pozisyonundaki kişi bile aslında aktiftir. Yoksa konuşan neden konuşsun? Sizi dinlemeyen birinin karşısında çenenizi yorar mısınız? 

Cinselliğe de bu açıdan bakmak gerekiyor diye düşünüyorum. Sevişen kişiler asla “pasifize” olamazlar. Her iki (veya üç, dört,…) taraf da “aktif”tir. Benim burada eleştirdiğim asıl nokta, bu “aktif” ve “pasif” kelimelerinin homoseksüel literatürde yer almasıdır. 

“Aktif” aslında erkek, “pasif” de kadın için kullanılır. Eril bir söylemle karşı karşıyayız. Ataerkinin, o mizojin dili kendini hissettirir çünkü kadın, sevişmede bile arka planda kabul edilir. Pasifize olarak ilişkide bulunabilir. En nihayetinde heteroseksüellerin en çok kullandığı sevişme biçimleri bile bize bunu gösterir (erkeğin hükmettiği yani üstte olduğu pozisyonlar gibi).

Peki, neden LGBT+’lar, kendilerini aşağılayan bu heteroseksist söylemi tercih ediyorlar? Bir sürü neden sayılabilir tabii ama bence en tehlikelisi, kendi eril söylemlerini yaratabilmek. Bunu kasıtlı olarak yapmasalar bile, günün sonunda varılan kapı budur çünkü önlerinde taklit edilebilecek, model alınabilecek tek form hetero-ataerkil-mizojin söylemdir! Homoseksüel eril bir queer söylem düşünemiyorum. Zira homoseksüeller için en büyük tehlikelerden biri kesinlikle bu eril dil. 

Aktif roldeki kadının/erkeğin daha etkili, güçlü, önemli bir pozisyona sahipmiş gibi davranması, sadece çağımızda değil bundan yüzyıllar önce de yaşanılmış bir olgu. Mesela homoseksüelliğiyle meşhur antik Yunan’da da farklı bir durumun olmadığı aşikâr. Hatta Osmanlı’da bile “pasif” roldeki erkek homoseksüellere “lûtî” denmektedir zira penisini kullanan insanlar, homoseksüel bir ilişki yaşasalar bile, kendilerini “gey” olarak kabul etmezler. Gey olmak; salt dişilikle ve feminizasyonla eşdeğer görülür, aşağılanır, itibarsızlaştırılır yani gey “penisini kullanmayan bir birey” olarak algılanır.

“Aktifim. Gey değilim” muhabbeti de buradan gelir. Geylerin hepsinin efemine olduğu sanılır. Penisini kullanmayan erkeklerde sağlık problemi olduğu bile düşünülür. Maalesef bu düşünceler sadece heteroseksizmde değil en çok da LGBT+’larda mevcuttur. Bu tabular, ön yargılar ve bilgisizlikler; çeşitli ayrışmalara ve olumsuz durumlara kapı aralar.

Sözün özü, ataerki nasıl kadın üzerinde baskı kurmuşsa aynısını “pasif” diye kategorize ettiği LGBT+ bireyler için de yapar. Maalesef bu durum yeni değildir, yüzyıllardır devam etmektedir. Özellikle tarım devriminden sonra, ataerkinin ve üreme odaklı heteroseksizmin salt ilişki biçimi olarak kabul edildiği zamandan beri olduğu barizdir. Böylece homoseksüel bir ilişki yaşayacak olan bireye toplumsal bir pranga vurulur. Kendisi âdeta tehdit edilir. Böylece birçok kalıp yaratılmış olur. Sonra da “Ayıkla pirincin taşını!” deriz.