“Merhaba, sevgili takipçilerim. Kanalıma hoş geldiniz. Malumunuz üzere, kış boyunca hepimiz memlekete baharın gelmesini dört gözle beklemiştik ama hevesimiz maalesef kursağımızda kalmış, baharı göremeden kendimizi yaz sıcaklarının ortasında buluvermiştik. Yetkililerin, gerekli tüm tedbirlerin alındığını açıklamasına rağmen haziran ayında başlayan sıcaklar temmuzda otuz beş kırk derecelere çıkmıştı. Edindiğimiz bilgiler, ağustosta da sıcakların mevsim normallerinin üstünde seyredeceğini gösteriyor. Biz de Sıcak Mikrofon ekibi olarak, halkımızın nabzını ölçmek için sokağa çıktık. Vatandaş, bunaltıcı sıcaklar hakkında ne düşünüyor bakalım?” diyerek açılış yaptıktan sonra muhabir, sağına soluna bakındı bir süre.
İleride, gölgedeki bankta tek başına oturan bir adamı gözüne kestirdi. Güngörmüş birine benziyordu. Hızla, adamın yanına gitti. “Merhaba, amca. Sizinle kısa bir röportaj yapabilir miyiz?” diye sordu. Adam, “Tabii, evladım, yapalım,” dedi. “Sıcaklar hakkında ne düşünüyorsunuz?” İhtiyar adam kendine yöneltilen soruyu, kelimeleri ağzında emip çıkarır gibi, yavaş yavaş konuşarak yanıtladı. “Ne düşüneceğim, evladım? Memleket memleket olalı böyle sıcak görmedi. İnan, dayanacak gücüm kalmadı ihtiyar hâlimle. Devlet büyüklerinin, bizim gibilerin sesini duymasını, şu ahir ömrümüzde bizleri az da olsa serinletmesini bekliyoruz. Bize bedava vantilatör mü dağıtırlar, yerin altında iki metrekarelik serin bir oda mı yaparlar, bilmem. Orasını sayın büyüklerimiz bilir. Aksi takdirde aşırı sıcaklar yüzünden bir iki yıla kalmaz, ne çocukların bayramlarda ellerini öpüp harçlık toplayabilecekleri dedeleri ve nineleri kalacak memlekette ne de ajansların bayram şekeri reklamlarında oynatabilecekleri ak saçlı, tonton oyuncuları.”
İhtiyar adam konuşurken etrafına meraklı bir kalabalık toplanmaya başlamıştı. İçlerinden, hâlinin vaktinin yerinde olduğu üstünden başından anlaşılan ellilerindeki bir adam söze girdi. İhtiyara, “Yerin altının, üstünden daha sıcak olmadığını nereden biliyorsun; bey amca? Ya aşağısı yukarıdan daha sıcaksa!?! Yirmi yıl önceki cehennem sıcaklarını unuttun galiba! Ortalık; aşırı sıcaklardan kapısına kilit vurmak zorunda kaldığı dükkânının yazar kasasını başbakanın önüne fırlatanlardan, köprüye çıkıp kendini boğazın serin sularına bırakanlardan, beyni sulanıp cinnet geçirenlerden, başından aşağı bir bidon benzin döküp kendini yakmak isteyenlerden geçilmiyordu. Hâline şükret biraz! Allah şükredenleri sever!” diye çıkıştıktan sonra arkasını dönüp yürüdü. İhtiyar adam ne diyeceğini bilemedi. Onun yerine bir kadın cevap verdi, adamın arkasından seslenerek. “Senin tuzunun kuru olduğu her hâlinden belli, kardeşim! Yoksa böyle konuşmazdın.” Adam dönüp kadına baktı ters ters ama bir yere yetişmesi gerektiğinden karşılık vermedi. ‘Aman sende’ manasında elini havada savurup gitti.
Muhabir aradığını bulmuştu. Bu kadın, tartışmanın fitilini iyice ateşleyebilirdi. Mikrofonu kadına uzattı hemen. Kadın hararetli hararetli konuşmaya başladı. “Sıcak ne kelime, kardeşim? Memleket yanıyor, yanıyor! Otuz yaşında bir oğlum var. Üniversite mezunu. Askerliğini de vatanın en sıcak köşesinde alnının teriyle yapıp gelmiş olmasına rağmen sıcaklardan ötürü iş bulamıyor. Çalmadığımız kapı, başvurmadığımız belediye kalmadı. Ama yok, kimse iş vermiyor aslanıma. Ne yapacağımızı şaşırdık. Geçenlerde, ‘Evde böyle boş boş oturmakla olmaz, oğlum! Git, inşaatlarda amelelik bari yap,’ dedim. Gitti, akşam yorgun argın döndü eve.” Muhabir heyecanla araya girdi. “Bulabildi mi?” Kadın, “Nerede, evladım, nerede!?! ‘Ameleye ihtiyacımız yok. Tüm kadrolarımızı, ülkemizin güneyinde yıllardır süregelen sıcaktan kaçan mülteci kardeşlerimizle doldurduk,’ demişler. Psikolojisi bozuldu yavrumun. Şimdi evden dışarı çıkaramıyorum sıcak diye,” dedi esefle.
Kadınla aynı yaşlardaki başka bir kadın söylenenlere daha fazla dayanamadı, araya girdi. “Yok, efendim, yok! Memleket öyle abartıldığı kadar sıcak falan değil,” dedi ve caddeden gelip geçenleri eliyle göstererek devam etti. “Öyle olsa alışveriş merkezleri, mağazalar böyle insan kaynar mı? Etrafınıza şöyle bir bakın, sıcaktan bunalıp baygınlık geçiren ya da fenalaşıp kaldırıma çöken birini görüyor musunuz? Görmüyorsunuz çünkü yok! Memleket sıcak falan değil.”
Arkalardan uzun boylu, babayiğit bir genç; kalabalığın üzerinden öne doğru uzandı. Kadını destekleyici sözler sarf etti. “Bu sıcaklar hep milletimizin birliğini, dirliğini bozmak isteyen dış güçlerin oyunu ama biz boyun eğmeyeceğiz, bu kirli ve sıcak oyunu bozacağız evelallah!” Birkaç kişi genci alkışladı, “Yaşa! Var ol!” diye bağırdı.
Onlardan cesaret alan yalandan sarışın, esmer bir kadın; ellerindeki alışveriş torbalarını bir eline topladı, boşa çıkardığı eliyle mikrofonu tutup kendine çevirdi. “Ben yirmi beş senedir Almanya’da yaşıyorum. Vatanımızın çok sıcak olduğunu söyleyen kim varsa namkördür, namkör! Gelsinler, bir de Almanya’yı görsünler. İnanın, Almanya çok daha sıcak. Biz, başımıza güneş geçer diye korkumuzdan mağazalara gidemiyoruz. Siz burada gene iyisiniz. Bak, hepiniz dışarılarda dolaşabiliyorsunuz. Söylemesi ayıp, bir hafta önce Antalya’daydım tatil için. Orası bile bazılarının abarttığı kadar sıcak değil. Almanya’ya göre ılık valla! Çoluk çocuk yedik içtik, gezdik tozduk, sıcağı hiç hissetmedik. Buradakiler buna rağmen hâlâ ‘Havalar çok sıcak,’ diyor ya, pes!”
Kadın daha konuşacaktı ama muhabir, “Biraz da gençlerin fikrini alalım,” deyip mikrofonunu kadının önünden çekti, yirmi yaşlarındaki bir delikanlıya uzattı. “Bir Türk genci olarak, sen ne düşünüyorsun?” Delikanlı, “Memlekete ‘Sıcak değil, az sıcak ya da ılık,’ diyenlerin hepsi bir yerlerden nemalandıkları için böyle söylüyor bence. Aslında onlar da biliyor memleketin ne kadar sıcak olduğunu ama işlerine gelmiyor. Kimse kendini kandırmasın, memleket bal gibi sıcak, yapış yapış! Daha dün, bir arkadaşımın doktor abisi bavulunu toplayıp İngiltere’ye gitti. ‘Ben bu kadar sıcakta yaşayamam,’ dedi. Altı ay önce de, benden beş yaş büyük, yazılım mühendisi kuzenimi Amerika’ya yolcu ettik Sabiha Gökçen’den. Okul bitsin, ilk fırsatta ben de yanına gideceğim,” diye konuştu mikrofona.
Bu sözleri duyan hacı amcanın biri, delikanlıyı azarladı. “Çıkar telefonunu! Hadi, çıkar telefonunu! Çıkar da görelim, memleket bırakılıp kaçılacak kadar sıcak mıymış, değil miymiş?” Delikanlı telefonunu çıkarmadı. Adama, “Ne alakası var, amca ya!?!” deyip kız arkadaşıyla birlikte uzaklaştı oradan.
Bu sırada, konuşulanları kenardan sessizce dinleyen eli yüzü düzgün bir adam çarptı muhabirin gözüne. Yanına gitti. “Siz ne düşünüyorsunuz, efendim?” diye sordu. Adam bir anlık tereddütten sonra cevap verdi. “Memleket çok ısındı. Sıcaklar eğitimi de -öğretmenim ben- olumsuz yönde etkiliyor. Öğrencilerimizi okullarda tutamıyoruz. Özellikle son sınıftakiler sıcak diye okula gelmek istemiyorlar. Ailesini ikna edebilen, maalesef kaydını açık liseye aldırıyor. Evde, bilgisayar başında sadece sınavlara girerek mezun oluyor liseden. Okulda tutabildiklerimiz ise, derslerine odaklanamıyor sıcaktan. Gençlerimizin istikbali eriyip gidiyor hep. Bu sebeple memlekete bir an önce bahar gelmesi gerekiyor.”
Onun söylediği son cümleye karşılık adamın biri, “Baharmış, ne baharı? Henüz yaz bitmedi, hocam. Bunun daha sonbaharı var, zemherisi var, kışı var!” deyip gülünce birden fırtına koptu. İnsanlar bağıra çağıra tartışmaya başladı. Kimin kime, ne dediği anlaşılmıyordu.
Muhabir, kalabalığın arasından sıyrılıp birkaç adım öne çıktı. Videonun süresini yeterli bulmuştu. Kameraya yaklaştı. Kalabalığı göstererek son cümlelerini söyledi: “Gördüğünüz gibi, sokağın kafası bir hayli sıcak; sevgili takipçiler. Videomuzu beğendiyseniz kanalımıza abone olmayı ve beğen butonuna tıklamayı unutmayın!”
Arkadaki sıcak tartışma devam ediyordu hâlâ.