1962 Ankara doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladı. Köy Enstitüsü mezunu bir babanın ve ev hanımı bir annenin altıncı çocuğu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Milletlerarası Ticaret Odası’nda otuz dört yıldır memur olarak çalışmakta. Amatör olarak öykü, anı ve deneme türlerinde yazıyor. Yaşar Kemal Anısına Öykü, Halk Bilim Araştırması ve Şiir Yarışması’nın öykü dalında “Bezgin Demokrat” isimli öyküsüyle finalist oldu. “Şıp, Şıp, Şıp” isimli öyküsü Mahal dergide, “Diyemedim” isimli öyküsü de İshak Edebiyat Platformu’nda yayımlandı.

Mukadder, bu sabah da diğer sabahlar gibi ağrıyla uyandı. Kıvrılmış parmaklarını açmaya çalışırken gözleri hâlâ kapalıydı. Bacaklarını esnetti, pörsümüş bacak aralarında henüz açılmayan parmak uçlarını dolaştırdı. Vücudu yumuşaktı; bahçede duran, kimin olduğunu bilmediği patlak top gibiydi. Ensesinden boynunun kıvrımlarına dolan teri sildi, üzerindeki tişörtün omuz başları ıslanmıştı. Sıcak, çok sıcak bir gün, diye söylendi. Dışarıdaki keçiboynuzu ağacına tünemiş erkek ağustos böcekleri, dişilerini baştan çıkarmak üzere çığlık çığlığa dur duraksız bağrışıyorlardı. Bu kakofoninin ne anlama geldiğini bilmeden gülümsedi kadın. Her şey gibi onu da unutmuştu.

Kahvesini ocağa koyarken eli sigara paketine uzandı, bir dal sigarayı dudak kenarları yol yol iz yapmış ağzına götürürken o, ağız kenarındaki acı gülümsemeye engel olamadı.

Atın ölümü arpadan mı diyorsun, Mukadder?

Parmakları biraz daha açılmıştı, en azından sigara ve kahve fincanını tutabilmenin mutluluğuyla keçiboynuzu ağacının önündeki tahta tabureye oturdu. Boş boş baktı neredeyse yüz yaşında olan ağaca. Ayaklarındaki yırtılmış terlikten uzamış tırnaklarına takıldı gözleri. Kahve fincanını ağacın dibine koyarak ellerine çevirdi bakışlarını.  Başparmağının tırnağı kökünden kırılmıştı, diğerlerinin boyları birbirlerinden farklıydı, ellerinin üzerindeki güneş lekeleri büyümüştü. Çok uzun zamandır aynaya bakmadığını hatırladı.  Panikledi. Düşündü, yine de ne zamandır yaptığı tek şeyin uyumak ve bu keçiboynuzu ağacının dibinde güneş başına geçene kadar oturmak olduğunun farkına varamadı. O sırada evin içinden kendisine bakan uzun boylu, esmer adamla göz göze geldi.

“Mukadder, hadi içeriye gel. Söndür şu zıkkımı artık. Gel, iki lokma bir şey ye. Hadi dedim sana.”

Adamın sinirli hâline bakarken biraz korkmuş gibiydi. Evin içinden kendisine seslenen adamın suratına uzun uzun bakarken düşünüyordu.

Ben bunu bir yerden tanıyorum ama nerden?

***

“Aşkım, dur bakayım sana. Mukadder, bu ne güzellik! Biliyor musun, bu kırmızı ojeler sana çok yakışıyor. Vallahi çok seksi oluyorsun. İçim gıcıklanıyor, kız.” 

Mukadder’in pürüzsüz yanakları hafifçe kızardı, biraz da cilveyle gülümsedi.  “Aaa, Maruf, ne alemsin, çocuğun yanında hem de!”

Elindeki oyuncak arabayla ilgilenen oğluna bir bakış attı. Gece gibi siyah saçlarını sallayarak, gözlerinden aşk fışkıran hâliyle kocasının dudaklarına bir öpücük kondurdu.

***

Parmaklarını kurumuş dudaklarının üstüne koydu, sağa sola ilerletti. Parmak uçlarındaki nasırlar dudaklarının üzerinde zımpara gibi gidip geliyordu. Ayna, evet bir ayna bulmalıyım. Kahve fincanını ağacın dibinden alarak eve doğru yürüdü. Adamın sinirli bakışlarına aldırmadan banyoya girdi. Burada böyle kocaman bir ayna olduğunun yeni farkına varmış gibi, aynadaki kadına dikkatle baktı. Elbisesini sıyırarak bedenini inceledi. Gür siyah saçları seyrelmiş, bembeyaz olmuştu. Memeleri, karnı, bacakları zayıflıktan sünmüştü. Gözleri çukurlarına kaçmış, dönüp duran iki siyah boncuk gibi yabancı bakıyorlardı. Kapının önündeki ses söylenmeye devam ediyordu: “Mukadder, ne yapıyorsun banyoda Allah aşkına ya!?! Hadi, kahvaltını yap, yap da ilaçlarını vereyim. Bak, sinirleniyorum artık!”

Alelacele giyinen Mukadder, dışarıdan gelen sese aldırmadan banyodan çıktı. Kopuk kopuk hatırlıyordu bazı şeyleri. Bunun telaşı vardı üzerinde. Adam kapının önünde gözlerini dikmiş bakıyordu kadına, kadın da soran gözlerle ona bakmaya devam etti. 

Sahi ne oldu bana böyle? Bu ben miyim? Dışarıya çıktı, ağacın altına tekrar oturdu. Bir dal sigarayı, elleri titreyerek yaktı. Gözlerini, önünde uzayıp giden badem ağaçlarına dikti. Ne adamı ne de söylediklerini duyuyordu. 

***

“Maruf,  çıkıyor musun canım? Akşama görüşürüz. Geç kalma, e mi? Bak, Nevinlere çok ayıp olur. Hep geç kalıyorsun, bozuluyorlar.  Ahmet, Nevin’e demiş, ‘Bu Maruf bizi sevmiyor galiba,’ diye.”

“Yok artık, daha neler! Tamam, tamam. Bunlar da çok alıngan yahu. Bugün işim az. Hatta erken bile gider, gönüllerini alırım ben onların. Sen ne yapacaksın?”

“Hiç, oğlumla alışveriş yapacağız, di mi Mehmetçim? Oradan da Nevin’e geçeriz.”

Mehmet oturduğu koltuğun üzerinde keyifle kafasını salladı.  

“Anne, dondurma da alalım mı?”

“Alırız tabii, kuzum.”

***

Mukadder, bu sabah aklına gelen düşünceleri birleştirmek için öyle çaba harcıyordu ki, yorgun düştüğünü fark etti. Gözleri kapanmak üzereydi. Ayaklarını sürüyerek tekrar yatağına döndü. 

“Mukadder, ilaçlarını vereceğim. Allah rızası için, hadi canım. Kalk, iki lokma ye, sonra tekrar yatarsın.”

“Sen kimsin? Tanımıyorum. Kimsin sen?”

Adam ağlayarak yatağın başucuna çöktü. 

“Mukadder, benim, Maruf. Hatırla beni artık, yalvarırım hatırla,” derken, kadın çoktan gözlerini kapatmıştı bile.

***

“Aman ne de güzel gezdik, değil mi canım benim? Hadi, şimdi gidip dondurmalarımızı da yiyelim, sonra da Nevin teyzenlere geçeriz. Yanımdan ayrılma lütfen.”

“Tamam, anne.”

Bindikleri taksi, pastanenin karşısında durdu. Şoförün parasını ödeyerek arabadan inen Mukadder, Mehmet’in heyecanlı sesiyle önce korktu. Çocuk çığlık çığlığa bağırıyordu. 

“Anne, bak, babam burda! Anneee!!! Bak, babam! Gidiyor, hadi gel, gözden kaybolacak! Hadi, anneee!” 

Oğlan bir yandan zıplayarak annesinin sımsıkı tuttuğu eli çekiştiriyor, öte yandan diğer elinin parmağıyla işaret ediyordu. 

“Anneeee, bak, anneee!!!”

“Tamam, Mehmetçim. Elimi bırakma, yavrum. Tamam, şimdi gideceğiz. Sakin ol.”

“Ama gidiyor, anneee! Baksana, görmüyor musun? Hadi dedim sana, anne!!!”

Mukadder’in, Mehmet’in dediği yöne bakmasıyla; çocuğun, elinden fırlayarak yola atlaması aynı zamana denk gelmişti. Mukadder, Maruf’un sımsıkı sarıldığı sarışın kadını mı yoksa babasına yetişmek için yola fırlayan Mehmet’in son sürat gelen arabanın altında kaldığını mı önce görmüştü, işte bunu sonsuza dek hatırlayamayacaktı.