Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Sinema - TV Bölümü mezunu. Uluslararası Basın Enstitüsü’nde gazetecilik eğitimi aldı. Bahçeşehir Üniversitesi'nde Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans yaptı. Gazeteciliğe Mediacat dergisinde başladı. Hürriyet İnternet Grubu’nda editörlük yaptı, sitenin sosyal medya hesaplarını yönetti ve Yenibiriş Dünyası dergisini hazırladı. Yasakmeyve dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğünü görevinde de bulunan Ercan, Varlık ve Sıcak Nal edebiyat dergileri için söyleşiler de yaptı. Babası Enver Ercan için “Enver Ercan: Sen Sözcüğün Tekisin” ve “Enver Ercan: Ben Şiirimi Yazarım, Sonsuzluk Varsa Gider” başlıklı iki kitap hazırlayan Ercan, biri Avusturya’da “Muhsin Akgün – “5”; biri Türkiye’deki Avusturya Konsolosluğu’nda “Ulaş Tosun - Permanently Temporary” olmak üzere iki serginin proje yöneticiliğini yaptı. Kadir Has Üniversitesi’nde uzun yıllar dijital iletişim alanında çalıştı. Yine aynı üniversite bünyesinde Modern Türk Edebiyatı Sempozyumları düzenledi. Ercan, son olarak Mikroscope dergisinde Yayın Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.

Doktor kapısında kuyruk var. Sıra sıra dizili kadınlar olacaklardan habersiz bekliyorlar. Her birinin beklentisi, derdi farklı. Biri muayene olmak istemiyor, korkuyor. Biri artık çocuk doğurmak cümlesi uzağından yakınından geçsin istemiyor. Kimisi de annesinin- kayınvalide de olabilir- zoruyla koridorda yerini almış. Kimisinin de rutin kontrole geldiği için canı sıkılıyor. Benim gibi… 

Evet, doğru tahmin ettiniz. Bir kadın doğum doktorunun sırasındayız. 

Buradan kaçmam lazım, dediğiniz o an gözünüze birisi takılıyor. Hemen karşınızda, uzun etekli, baş örtülü, taş çatlasın yirmi beş yaşlarında genç bir kadın var. O kadar zayıf ki üzerindeki etek yeri süpürecekmiş gibi sarkıyor. Ayakları dikkatinizi çekiyor. Çelimsiz, ojesiz, kötü bir terliğin içine sıkıştırılmış… Ayaklarını hareket ettirdiğinde bile eteği bileklerini yalıyor. 

Merhaba” diyorsun; bedeni yorgun ve göçmüş gibi dursa da taze bakan gözleri var. “Merhaba” diyor. Klasik bir girizgâh yaparak, “Siz de mi Ekrem Bey’i bekliyorsunuz?” diyorsunuz. “Evet,” diyor. “Ya siz?” 

“Ben de” diye karşılık veriyorsunuz. Havadan sudan bahsedersek belki ortam değişir diyorsunuz. Kalkıp gitmek varken konuşmak istiyorsunuz. Basiretiniz mi bağlandı ne? Bir iki şey daha sorarak sohbeti başlatıyorsunuz. Ne için geldiğini, çocuğu olup olmadığını, yaşını soruyorsunuz. Sohbetiniz başlıyor. Yüz ifadeleriniz birbirine karışıyor. Duygu durum değişikliğiyle sarsılmak bu olsa gerek. 

Tam o sırada danışmadaki kadının sesi yükseliyor. “Sizin isminiz mi o?” 

Kadının yanına gittiğinizde doktorun birazdan sizi alacağını söylüyor. “Tamam,” diyorsunuz. Doktoru görmek için sabırsızlandığınızı gören hemşire, mutlu bir haber için geldiğinizi sanıp sizi buyur ediyor. Doktora, odada kendisiyle yalnız kalmak istediğinizi belirttikten sonra hızla anlatmaya başlıyorsunuz. “Kızın adı Gözde. On dokuz yaşında. Hemen kapının karşısında oturuyor. Kars’ta karısı ölmüş beş çocuklu biriyle evlendirilmiş ve çocuğu olmadığı için sürekli dayak yiyor. Adam altmış yaşında. Lütfen doktor bey, bir şey yapın, çok acil çocuğu olmalı…”

Cümleleriniz karşısında şaşıran doktora, son kez baktıktan sonra, bacaklarını gördüğünüzde tepki vermeyin, diye ekliyorsunuz. Sapsarı olmuş bacakları, morluğu ancak geçse de yediği dayakların izleri ayak bileğinden başlıyor. “Sıramı ona verdim, bekletmeyin,” diyerek odadan çıkıyorsunuz. 

Ne olduğunu tam da anlamayan doktordan bu kez ses yükseliyor: “Nagehancığım, Gözde Hanım’ı alabilir miyiz lütfen.”