Dizilere karşı hiç kapanmayan bir mesafeyle yaklaşıyorum. Genellikle inandırıcı olmayan hikâyeler, inandırıcı olmayan olay örgüleri, gerçekçi olmayan diyaloglar bu mesafemin köşe taşları. Aklıma gelen tekrar izlerim dediğim diziler de var tabii ki. Şöyle 90’ların başından bu yana bir yolculuğa çıksam, Perihan Abla, Süper Baba, Çemberimde Gül Oya, İstanbullu Gelin ilk aklıma gelenler. Tüm sevdiğim dizileri düşündüğümde, hatta ikinci derecede sevdiklerimi de sayayım, Bir İstanbul Masalı, Şehrazat, Aliye…Hepsinde ortak olan ise güçlü oyunculuklar. Son zamanlarda güçlü oyunluklarla birlikte diyaloglarıyla da beni etkileyen dizi ise “Kızılcık Şerbeti”. Olumlu da olsa olumsuz da o kadar çok yorum duydum ki, başladım izlemeye. İtiraf etmeliyim zaman zaman hızlı geçerek izliyorum. Zaman zaman başından kalkıp çayımı alıp, gelene kadar durdurmuyorum. Bazen yeni bölümün fragmanları yetiyor olayları anlamama. Bu dizideki tüm oyunculuklar inandırıcı gelmiyor ama diyaloglar ve diyaloglarda değinilen konular ilgimi çekiyor. Bu yazıda sadece 3 Kasım Cuma günü yayınlanan 37.Bölüm diyaloglarından bazılarını alacağım. İzlerken karakterlerle konuştuysam onu da ekleyeceğim. Keyifli izlemeler, pardon okumalar olsun.
“Her kadın kocasına destek olmalı. Eften püften şeylere takılmayacaksınız. Aile olmak öyle bir şey.”
Böyle diyor Kızılcık Şerbeti dizisinde Pembe Hanım. Eften püftenin ne olduğuna bağlı tabii Pembe Hanım. Aile olmak, arkadaş olmak, dost olmak, kardeş olmak … Her ilişkide böyle değil mi? Eften püften şeylere takılma! Peki Pembe Hanım, ortada bir aldatma olsa ne derdiniz ki, siz bunun söylentisinde bile acımasız tırnaklarınızı çıkartıyorsunuz.
“Birlikte oldum onunla.”
“Ne? Doğa ne diyorsun sen?”
“Evli değiliz biz. Sen biz evliyken başka biriyle yattın.”
“Sen yapmazsın.”
“Niye? Sadece erkekler mi yapabiliyor?” ( İşte ben de bunu derdim Doğa )
“Duymak istemiyorum. Kimle yattın?”
“Kim olduğunun ne önemi var. Kalbim attı, heyecanlandım. Senin de dediğin gibi anlık bir hataya düştüm.”
“Delirtme beni Doğa , ne diyorsun sen?”
Burada koca öfke kontrolünün sınırlarına girmeye başladı. Aynayı kıran kocanın yumruğu ve aynaya gururla bakan Doğa. Kalbi kırılmış, hele tam olarak aşkını konumlandırdığı yerden kırılmış bir genç kadının sınırları olmaz demeyeceğim de olmayabilir. Doğa kadar âşık, sevgi dolu, eğitimini, yaşam tarzını sevdiği adam için bırakan romantik, deneyimsiz, genç bir kadın, onu üzen sevgilisini aynı yerden, aynı şekilde üzmek isteyebilir. Ona bu aklı verenin bir avukat olmasına şimdilik değinmiyorum. Bu ayrı bir tartışma konusu.
Şimdi tekrar dönelim yukarıdaki diyaloglara. Doğa, kocasına âşık, hamile bir genç kadın. Başka bir kadının teni, kokusu, kocasınınkine değiyor, birbirine karışıyor. Doğa da bunu duyuyor. Bu Pembe Hanım’ın dediği gibi “eften püften” bir konu mu? Bu da yetmiyor öfke kontrolü olmayan koca, hamile ya da yeni doğum yapmış, ikiz bebeklerinden birini kaybetmiş genç anneye yapabileceği tüm kötülüklerde yarışa giriyor sanki.
Dizinin değindiği bir diğer konu da kadınların ev dışında, para kazanarak çalışmaları. Bir tarafta kadını evdeki görünmeyen emeğe hapsetmeye çalışan aile, diğer yanda kızları; Nursema.
“Yazıklar olsun sana Nursema. Sen bir memurun kızı değilsin. Ev hanımıyız biz. Kadının yeri evidir. Bir erkek karısını çalıştıracak duruma düşmemeli.”
Nursema’nın ailesinin kızlarının çalışma tercihi karşısında yaptıkları yorumlar. Ah Nursema, ah! Senin yerin evin dört duvarı. Kocan çalışmalı. Sana bakacak, senin maddi, manevi her türlü ihtiyacını o görecek ve sen de kocana hizmet edeceksin. Babanın oldukça iyi yürüyen bir şirketi de olsa, sen cinsiyetin sebebiyle çalışmak için doğmamışsın ki, niye çalışasın. Gerekirse kocan yüklü bir maaşla şirkete alınır, iş yapmasına gerek yok, bütün gün masa başında otursa da maaşı ödenir ve sen de “baba” evindeki hayatının benzer maddi koşullarında yaşamaya devam edersin. Senin ne istediğin kimin umurunda ki? Umut’un! Kocanın! Onun umurunda. Çok farklı sosyal gruplardan gelseler de Nursema ve Umut ilişkisi, saf aşkla başlayan bir ilişki. Devamı ise saygı ile geliyor. Farklılıklara saygı ve anlayış. (Burada bu ilişkinin fazla idealize edildiğini de söylemeden geçemeyeceğim.) Bunu ailen anlıyor mu? Anlamaya çaba bile harcamıyorlar. Burada bakın Nursema annesine neler söylüyor:
“Neyi var sekreterliğin, ayıp mı? Anne, sen beni çocuk gibi azarlayamazsın. Kendi hayatım. Ben çalışmayı, kendi paramı kazanmayı çok sevdim.”
Ben yazımı hazırlarken yeni bölümün fragmanları çıktı. Görüyorum ki, Nursema ailedeki en güçlü eril güç olan babasına karşı da kendi hayatının kontrolünün kendi elinde olduğunu dile getiren cümleler kuruyor. Biz kadınlar, erkeklerin hazır bulduğu yaşam koşulları için mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Bu yüzden insanlar üzerindeki çok etkili olan televizyon dizilerinde güçlü kadınlar görmeyi çok önemsiyorum.
Yukarıda bahsettiğim diyaloglarda Doğa ve Nursema özelinde, kadın karakterlerin susmaması, farklı fikirlerini dile getirmeleri, Doğa ve Nursema arasında geçmişte yaşanan dayanışma özellikle dikkatimi çeken konular. Susmayan kadınlar dört duvarın dışına çıktığında değişim, dönüşüm başlıyor. Ne güzel ve de ne iyi! Hele bir de kadın, hayatının iplerini kendi eline alıp, nasıl yaşayacağı konusunda kararları kendi verdiğinde, kocasına ya da babasına karşı aidiyet duygusu yaşamadığında, (yaşattırılmadığında) kendi aklına ve bedenine yön veren sadece kendi istek, duyguları ve bilinçleri olduğunda, bu en güzeli değil mi?
Bu diziyi yazmak istedim çünkü kadınlar hem beden diliyle hem de diyaloglarla görünür ve etken rollerdeler. Bakalım bundan sonra olaylar ve diyaloglar nasıl gelişecek. İzlemeye devam.