Sövüp sövüp duruyordu… “Kim mişim! Kimsem kimim ulan sana ne! Nüfusumun tapusu sende mi it herif.”
Hızını kesip oturdu taburenin üstüne. Kapının ardından gelen uğultular büsbütün soğuttu. “Şeytan diyor ki…” Lanet okudu. Saçlarının arasına parmaklarını geçirdi, üst üste çekiştirdi. Derin bir nefes iyi geldi.
Odanın loş ışığı, aynadaki toz ve parmak izlerini iyice belirginleştirdi. Fondötenden gerilmiş yüzünü seçmekte zorlandı bir müddet. Bir sürü siluet aksetti aynaya, iyice kalabalıklaştı. Kendi aksi gerilere itildi, parmak uçlarına basarak canhıraş görünür olmak istedi ancak kalabalıkların içinde yok olup gidiyordu her seferinde. Bir suyun içindeymiş gibi daraldı yine. Acı ve haykırış bir maske gibi dönüp duruyordu etrafında. Neydi bu? Anlam vermekte zorlandı, başı ve sonu belli olmayan cümleler sıraladı ama bir türlü sonu gelmiyordu sözcüklerin… Bilmediği sularda kulaç atmak sükût-u hayale uğratmıştı. Payına düşen hep yalnızlıktı. Kâbuslardan başı hasret kalmıştı uykuya uzunca zamandır. Kulağından ensesine doğru büzüşmüş yanık izi… Bir anı haykırdı yüzüne. Yanıp yanıp diriliyordu. Ciğeri sökülen Promete gibiydi… Hayat bütün kapıları suratına kapamıştı sanki. Varlığı ve yokluğu belli olmayan bir güruhtu şimdi…
Ansızın bir gün çıkıp geldiler başı demir kasketliler, tatlı elma kokusu yaydılar etrafa. Sonra… Köksüz bir ağaç gibi, başka toprakları hep yadırgayıp durdu. Kendisi değildi ve olmak için caba da sarf etmiyordu. Özgür olabilmesi için, varlığını başka varlıklara kurban etmesi gerekiyordu ki son kerte de bunu yapmıştı. “Bir gece de değiştim,” diyordu. “Şimdi mutluyum!”
Boynuna asılan günah tabulası gibi kaderi olan kimliğini çıkardı, önlü arkalı baktı. Annesi ve babasının adı dışında hiçbir şey kendisine nasip olmamıştı. Memleket dediği yerde yeller esiyordu, ot bile yeşermiyordu artık… Nereye ait olduğu belli olmayan günahkârlar topluluğuna mensuptu şimdi. Günahlarını sırtlayıp tepeye çıkıyordu her seferinde ve herkesi oradan çok daha iyi ayırt edebiliyordu. Bazı şeyler benzer bir döngü içinde mi ilerliyor ne, diye sesli düşündü.
“Kız Mesude daha hazırlanmadın mı? Ee hadi!” diye el etti kapıdaki. Kırmızı rujunu itinayla sürdü… Mecburiyetler hep bakiydi ve onu bekliyordu. Gülme ve ağlama arası bir ifadeyle, “Geliyorum,” dedi. Gece Mesude’ydi, gündüz Mesut’tu. Lakin hiç de mesut değildi.