Kış ve soğuklar en sonunda geldi. Kışı, soğuğu ve karı çok seven biri olarak havaların soğuması beni çok mutlu ediyor. Heyecanla karın yağmasını, her yerin beyaza bürünmesini bekliyorum. Herkes benimle elbette aynı şekilde düşünmüyor olabilir. Kar bazılarımız için masumiyeti, dinginliği, sessizliği, sakinliği, huzuru çağrıştırsa da bazen hüznü, yalnızlığı, boşluğu ve hiçliği de sembolize eder. Çoğu sanatçı eserlerinde soğuğu ve karı dramatik bir öğe olarak kullanmıştır. Mevsimler ve özellikleri birçok besteciye esin kaynağı olmuştur. Bir ressam doğadan aldığı ilhamı tablosuna nasıl yansıtıyorsa bir besteci de eserinde hislerini melodi, ritim ve tınıları renk ve ışık olarak kullanıp, aynı bir ressam gibi ifade eder, resmeder. Besteciler, yüzyıllarca doğanın muhteşem görüntüsünden ve seslerinden etkilenmiş, eserlerinde bu görüntüyü ve sesleri müzik yoluyla betimlemişlerdir. Bestelerinde bazen kuş sesi, yağmur, deniz dalgası, rüzgâr gibi doğanın seslerini enstrümanların tınılarıyla ve müziğin ritmi ile taklit etmişler; karı, soğuğu, fırtınayı, sahne sanatlarında da görsel bir şölene dönüştürmüşlerdir.
Bu ay sizlerle iki eser paylaşmak istiyorum. Bunlardan ilki Franz Schubert’in şan ve piyano için bestelediği Op. 89 Winterreise (Kış Yolculuğu) albümü. Schubert; her ne kadar sosyal yaşamın içinde renkli bir karakter olarak yer almış olsa da aslında içindeki endişe, güvensizlik ve yalnızlık hislerini gizliyordu.
Bu albüm Wilhelm Müller’in Gedichte aus den hinter lassenen Papieren eines reisenden Waldhornisten (Gezgin Kornocunun Geride Bıraktığı Sayfalardan Şiirler) isimli şiir albümünün 1821-1824 yılında yazmış olduğu şiirlerden oluşmaktadır. Besteci bu şiirleri sırasını bozmadan ele almış ve 1827 yılında notaya dökmüştür. Karamsar, kasvetli ve melankolik semboller içeren bu şiirler, Schubert’in albümünde adeta hayata ve sevdiklerine bir veda niteliğindedir. Hayatının parlak mevsimleri sona ermiş ve onun için kış mevsimi başlamıştır. Bunda yakalandığı frengi hastalığının da etkisi büyüktür.
İkinci seçtiğim eser ise Giacomo Puccini’nin eşsiz operası La Boheme.
La Boheme, 1830’larda soğuk bir Paris kışında iki genç bohem âşık Mimi ve Rodolfo’nun unutulmaz trajik aşk hikâyesini anlatan, şimdiye kadar yazılmış en ünlü operalardan biridir. Dört perdeden oluşan operanın librettosu Luigi Illica ve Giuseppe Giacosa’ya aittir. Eser, Henry Murger’in Boheme Sahneleri adlı romanından uyarlanmıştır. Bir şair, bir ressam, bir müzisyen ve bir filozoftan oluşan dört bohem arkadaş Paris’te birlikte yaşarlarken, dondurucu bir Noel arifesinde hayatları sonsuza dek değişir. Mimi adında bir kız mum ışığı bulmak için kapılarını çalar; o ve Rodolfo birbirlerine ilk görüşte âşık olurlar. Ancak bu aşk kısa sürede yerini hüzne bırakır. Mimi’nin son derece hasta olduğu ve Rodolfo’nun yoksulluğu nedeniyle ona bakamayacağı ortaya çıkar. Üçüncü perdedeki karlı sahne unutulmaz bir görsel etki sunar. La Boheme, Puccini’nin dehasını ortaya koyan eşsiz bir eserdir. Bu operanın hem librettosu, hem müziği, hem de sahnesi dinleyiciye duygularını en üst düzeyde hissettirecek kadar dramatiktir.