Bahçeşehir Üniversitesi çocuk gelişimi bölümü öğrencisidir. Hali hazırda okulun edebiyat kulübünde aktif olarak yazmaktadır ve çeşitli edebiyat dergilerinde yazıları yayımlanmıştır. Senaryo yazarlığı ve oyun yazarlığı eğitimlerinin yanı sıra oyunculuk ve spikerlik eğitimi almıştır.

 “Ama” ile başlayan cümleleri seviyorum, “ama” ile bölünenleri değil. Başta olunca zaten bitmiş, yitmiş, kesinlik kazanmış bir durumun “eğer”i gibi oluyor. Yani, hani şöyle olsaydı böyle olurdu gibi. Alternatifli durumlar sunuyor, perspektif genişliği diyelim. Ama, cümlenin ortasından direk gibi uzayınca hem kendinden önce yazılanları hiç ediyor, yalanlıyor hem de manzarayı bozuyor. Örneğin elektrik direkleri gereklidir, elzemdir insanlık için, ama manzara resmi çekiyorsanız; ya da moda değil, ama çiziyorsanız seyir zevkinizi düşürür sanatınızın.

Ah şu direkler ne kadar küçük görünüyor! Oysa yakından ne kadar büyükler. Bak insanlar öyle mi hiç? Gözümüzde büyüttüklerimiz yanına varınca ne kadar da küçükler. Neyse! Bak şu “neyse”de güzel kelime. Onun “ama” gibi kümülatif, flu bir duruşu yok. O Marlon Brando gibi havalı bir girizgâh, neyse.

Otobüsteyim, yol bahtımdan uzun. Yanımda oturan, burnu güzel olduğu için ona hiçbir şey olmayacak sarışın fırtınanın hatırını sormak istiyorum. Merak ediyorum kimdir, nedir, ne yaşar, ne yaşamaz, ne diler, nasıl bakar, nasıl güler? Ama soramıyorum işte korkuyorum. Ya o da bana “nasılsın” diye sorarsa? Siz ne iş yaparsınız ne yaşar ne yaşamazsınız derse? İnsan bu kadar korkar mı halini açık etmeye ya hu? Korkar! Neden? Kendi bilmediğini başkasına anlatamaz insan da ondan. Kaçımızın kendini gerçek benliği ile tanıtmaya niyeti ve yüreği var ki? Zaten ne kadarını gösterirsek o kadarını görecek karşımızdaki insan. Gösterdiğimiz yanlarımızdan ne kadarını görebildiğini bilemeyeceğimiz gibi, kendimizi olduğumuz halimiz ile yaşama yürekliliğinden alabildiğince kaçıp, kabullenilmeme korkusundan çürüyüp gidiyoruz. Gerçek seni sunmazsan, kabul edilen sahte senin acı havında ilk kendin dövülürsün tabii. 

Sahi ben kimdim, nereye gidiyordum, ne iş yapıyordum? Hah, hatırladım! Moderatörüm ben, kendi yaşamımın moderatörü. Ama televizyondakilerle karıştırmayın beni. Fikrini şiddetli ve doğruluğundan pek emin bir şekilde söyleyip, konuklar kanıtlarıyla beraber moderatörün iddiasını çürütmeyi başardığında bir ip cambazı gibi biz daha ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamadan “aynı yere geliyoruz zaten” deyip, kafalarını çeviriveriyorlar kameraya. Bağlantı varmış… taze görüntüler gelmiş… reklamlar…

Kurgusu reytinglere ayarlı bir programın içinde yaşıyor gibiyiz. Bir varmış bir yokmuş. Küresel ısınmanın zalimliğinden nasibini alıp uykuya dalamayan ayıların yerine insanlık kış uykusuna dalmış. Kocakarı soğukları hepimizi sonsuza dek dondurmuş. İyi uykular…