Anahtarı çevirdi, kapıyı açtı. Evinin kokusu doldu tüm hücrelerine. Elindeki anahtarlığı portmantoya astı. Koridor boyunca ilerledi, salona girecekken vazgeçti; mutfağın halini merak ediyordu. Koridorun sonuna doğru yürüdü. Gördüğü sahneye hiç şaşırmadı, dünün, belki önceki günün de bulaşıkları doldurmuştu tezgâhı. Ocağın üzerinde duran, içinde makarna kalıntıları olan kirli bir tencere de cabası. Bir an yıkamak için yeltendi tezgâha, sonrasında vazgeçti. Bu sırada dış kapının sesi duyuldu. Anahtarı her zamanki gibi fırlattı portmantoya ve tutturamadı yine, yere düşen anahtarın çıkardığı sesten anladı. Çıktı koridora. Lacivert takım elbisesiyle göz dolduruyordu kocası.
“Geldin mi?” Kadınlar severdi cevabını bildiği soruları sormayı ya da işte yılların alışkanlığıydı. “Geldim, geldim.” Salona geçti kadın, berjere oturacaktı ama üstü öteberiyle doluydu. Bu sefer oflayıp puflamadan sandalyeye ilişti, gelsin karşısına otursun diye beklemeye başladı. Gözü konsolun üzerindeki fotoğraflara kaydı, anılar dikdörtgen çerçevelerin içinden göz kırpıyordu, ama gülümseyecek mecali yoktu kadının. Eline aldı bir tanesini, nasıl da içten gülüyordu o karede. İçi burkularak yerine koydu çerçeveyi, elinin izi üstünde kaldı. Kocası içerden seslendi: “Aç mısın? Yemek söyleyebilirim.” İşten çıkıp geldim, tabii ki açım! “Değilim, gel otur karşıma, konuşalım.” Seri adımlarla geldi adam, ceketini belli ki bir yerlere savurmuştu. Kollarını sıvadı, kravatını gevşetti, oturdu karşısına. Hazırım dercesine karısına bakıyordu.
Uzun bir sessizlik oldu. Kadın nerden başlayacağını bilemedi, çantasını kurcaladı, tokasını buldu, saçlarını topladı. En nihayetinde ucundan kıyısından sohbete girdi. “Annen aradı geçen gün.” Adam yüzünü buruşturdu. “Anlatmak durumunda kaldım, çocuk planladığımızı sen söylemiştin zaten.” Keşke devamını anlatmayı da bana bıraksaydın! “Neyse ben de senin söylediklerini teyit ettim, dakikalarca da nutuk dinledim.” Adam gergin konuşmaları sevmezdi. “Bir kahveye yapayım ben.” Omuz silkmekle yetindi. “Artık çocuk istemediğimizi de söyledim annene.” Adam böyle bir konuşma yapmadıklarına emindi, bu kadar unutkan olamazdı. “Bunu daha sakin bir kafayla konuşuruz, olaylar bu kadar sıcakken konuşmaya gerek yok bence.” Olay mı? Alelade bir şeyden bahsediyor sanki! “Konuşacak pek bir şey yok, bebek bile dayanamadı bize, tekrarına gerek yok.” Bunaldı adam, kalktı yerinden, pencereyi açtı. “Doktor ne dedi peki, neden olmuş?” Bu mevzu canını sıkıyordu kadının, gözleri dolmadan anlatmaya çabaladı: “İlk üç ay gebeliğin en riskli dönemiymiş, bizimki zaten beş haftalıktı, buna kimyasal düşük deniyormuş, sağlıklı bir gebelik değilmiş, öyle olsa düşmezmiş.” Adamın suskunluğu, özellikle de konuşmasının önemli olduğu böyle anlardaki suskunluğu, kadını çileden çıkarıyordu. Teskin edici bir söz, bir şefkat, geleceğe dair umut sinyali hepsi olabilirdi ama hiçbiri yoktu… Hatta karısını özlediğine dair tek bir işaret bile yoktu. Onu tek ilgilendiren bir gün soyunun devam edip etmeyeceğiydi belli ki… Bunun yüzünden kopan yaygaradan sonra karısı evi terk etmemiş, günlerdir annesinde kalmamış, sıradan bir gün işten çıkıp eve dönmüşler gibi sessiz, sakin oturuyordu karşısında… Adamın eline uzandığını şaşkınlıkla fark etti. Elimi mi tutacak yoksa? “Yüzüğün nerde?” Yüzüğü sormasına kızsa mı üzülse mi bilemedi. “Çıkardım, sıkıyor artık.” Adam tıslamaya yakın bir gülüşle konuştu: “Ne o, on yedi yaşında mısın sen? Ne bu böyle küstüm oynamıyorum havaları!” Çalan telefon tartışma çıkmasını engelledi. Kocası telefonuyla koridora çıktı. “Yok, unutur muyum oğlum, akşam 11-12 halı sahadayım.” Güle oynaya konuşmasını bitirip geldi adam. Kadın dişlerini sıkıyordu. “Ben gelmişken yatak odasından birkaç eşyamı da alayım.” Adam elini, kolunu nereye koyacağını bilemedi, kalktı yerinden, odada dolandı biraz. Dayanamadı. “Yine mi gideceksin?” Benim de arkadaşlarımla planım var demek istedi ama yalanı sevmezdi kadın, kaldı ki günlerdir bırak eğlenmeyi, yemek, uyumak, işe gitmek gibi mecburiyetler dışında hiçbir şey yaptığı yoktu. Öfkesini kusmamak için kendini zorladı. “Kalmak için bir sebep görmüyorum.”
Dışarıdan acı bir fren sesi geldi, sonrasında bağrışmalar. Adam cama koştu. “Az daha yaşlı bir amcaya çarpıyormuş araba, neyse ki son anda fren yapmış şoför.” Camı kapattı. Tekrar yerine geldi. “Yaren de hamileymiş, haberin var mı? On bir yıl sonra muradına erdi.” Ne yapmaya çalıştığını anlıyordu kadın. “Haberim var, annen arayınca söyledi hatta sadece onu değil sülalede bütün geç çocuk sahibi olanların hikâyelerini de anlattı.” Annesinin torun özlemini biliyordu adam, kendi de bir oğlu olsun çok istiyordu. Karısını nasıl razı edeceğini bilemedi. Sessizlik kadını tekrar konuşmaya girmek zorunda bıraktı. “Bizim tek sorunumuz çocuk değil, farkındasın sanırım.” Artık kravatı da söktü attı, önce koltuğun koluna takıldı kravat, sonra usulca yere süzüldü. Döndü karısına. “Başka ne sorunumuz varmış!” Sen tam manasıyla sorunsun demek istedi, ama suçlayıcı bir dilin anlaşılmanın karşısında en büyük engel olduğunu bildiğinden daha yumuşak girdi. “Biz artık eskisi gibi anlaşamıyoruz, birbirimizi anlamaktan uzağız.” Adam gözlerini devirdi. “Yine evlilik terapistine gidelim diye tutturmayacaksın umarım.” Kadın istihzalı cevap verdi. “Yok, bu sefer daha kesin bir çözümüm var.” Cümlenin burasında duraksadı, ne kadar kararlı da olsa dile getirmek zor geldi, kocasının anlamasını bekledi.
Zaman dondu, akmamakta ısrar etti. Sustukça cümleler büyüdü adamın içinde. Yanlış anlamayı umdu. Ne vardı bu kadar büyütecek. Her evlilikte tartışma olmuyor muydu? Düşük yaptığı gün hastanede yanında olmadı diye mi bu kadar kırgındı ya da o akşam konuya çok mu tepkisiz kalmıştı acaba? Yoksa anlamadığı, bilmediği başka bir şey mi vardı? Aklındakileri sormaya korkuyordu. Kadın devam etti kaldığı yerden. “Hayattan beklentilerimiz ve hatta birbirimizden beklentilerimiz farklılaştı ya da hep farklıydı, aşk sarhoşluğunda fark edemedik.” Adam sorularını sığ bir kelimeye sığdırdı: “Yani?” Her zamanki gibi topu karısına atıyordu. Kadın artık hazırdı pası karşılamaya, daha fazla diretmeye de gerek yoktu, belki bu düşük bile bir şeylerin işaretiydi. Çünkü çocuk evliliğin sigortası olamazdı. “En kısa zamanda bir avukat bulacağım, anlaşmalı mı olsun, davayı ben mi açayım?” Adamın alnı pul pul terledi, öfkeden dudağı seğirmeye başladı. “Her şeye tek başına karar verip bu soruyu sorman büyük incelik doğrusu, aç davayı, inceldiği yerden kopsun!”
Kalktı kadın yerinden, sessizce kapattı çantasını, odaya göz gezdirdi son kez, yavaş adımlarla evini turladı, birkaç parça eşyasını aldı. Adam oturduğu yerden kalktı, koridora çıktı ve adeta gürledi. “Anahtarı portmantoya bırak.” Kadın uzattığı elini indirdi, sessizce çıktı kapıdan.