Bu nasıl bir ay böyle, eksi sıfırlarla topladığı bütün yükünü vurmuş sırtına bizim karakola gelince, açmış bohçasını salmış zemheriye. Hava karardıkça çoğalmış tipi, boran, fırtına ne varsa çağırmış geceye.
Omzumda tüfeğim iki adım ileri iki adım geri, Allah’tan komutan iyi yürekli de her yirmi dakikaya bir nöbet değişimi yazmış. Şimdi gelir diyorum şimdi gelir…
İki kat eldiven, üç çift çorap, yün içlikler hiç dinlemiyor buzluktan işliyor tenime bu itici hava. Kirpiklerimden sarkıyor katılaşmış gözyaşlarım. Biraz zorlasam açacağım göz kapaklarımı. Açamıyorum! Öyleyse sıkı sıkı kapatayım iyice… Sarıp sarmalasın kızımın bebek kokusu yün yorgan misali tüm bedenimi. Yeşilin tüm tonlarının toplandığı orman gözlerinde dolaşayım. Öyle bir yolculuk olsun ki yolum sadece Bahar’ıma varsın.
Uyku, iyice bastırıyor göğsüme, annem gibi sıvazlayarak elini gezdiriyor sırtımda. Omuzlarıma varınca çöküyor üstüne yaramaz çocuklar gibi ayaklarını sallıyor aşağıya… Dizlerim titriyor! Çömeliyorum mevzinin dibine. Şimdi gelir! Şimdi gelir Mehmetim.
Ah vicdansız Mehmet! Nerede kaldın be oğlum? Donacağım burada! Kaç dakika deldi kışlık parkamı, kaç zifiri gece geçti üstümden.
Uyku git başımdan, ben askerim uyumam! Sana diyorum, delilenme…
Bir çimdik atıyorum donmuş elime ne parmaklarım tutuyor ne eldivenler acıyor. Aç gözlerini, Ömer! Kalk ayağı silkele, üstüne ölüm gibi yığılmış beyaz kefeni. Ana kucağından yar koynundan çıktım da geldim asker… Dilimde mi dondu yoksa hayallerimde mi? Konuşamıyorum kendimle.
Fısıltılar uğultular… “Ömer! Ömer,” diye sesleniyor uzaklardan cılız bir ses. Ya gölgelerden ya Azrail’den geliyor. Görüyorum, buz duman gözlerim aralanıyor. Birkaç karanlık siluet başımda dikiliyor Güçlü kollar sarsıyor bedenimi, bir de okkalı bir şamar bütün uykumu dağıtıyor.
Hoş geldin Bahar!