Bu ay dergimizin teması hayatımızın her dönemecinde karşımıza çıkan ikilem.
Bazen basit bir konuda tereddüt ettiğimiz olur, üzerine biraz kafa yorsak da çok geçmeden unutuveririz. Bazen de çok çetrefil bir ikilemle karşılaşırız ve günlerce düşünsek bile bir sonuca varamayız. Bocalarız, dostlarımıza danışırız gene de bulduğumuz çözüm bize yeterli olmaz.
Bu bağlamda David Constantin’in bir öyküsünden söz etmek istiyorum. Öykünün adı ‘Başka Bir Ülkede’.
İngiltere’de bir kasabadayız. Bu bölge daha çok emeklilerin tercih ettiği sakin bir yer. Evlerin hepsi birbirine benziyor, içinde yaşayanlar da sanırım öyle. Elli yıldır mutlu bir evliliği sürdüren Mercer çiftinin huzurlu ve tekdüze hayatı Almanya’dan gelen bir mektupla altüst oluyor.
Mektupta, iklim krizine bağlı olarak Alp Dağları’nda eriyen karların altından Katya’nın göründüğü yazıyordu. Katya ve Bay Mercer yıllar önce Nazilerden kaçmak için dağ yollarına sapmış ve bu sırada Katya bir buzul çatlağına düşerek yok olmuştu. İlgili makamlar onun tek yakını olarak Bay Mercer’i bulmuşlar, isterse gelip onu görebileceğini ve cenaze işleriyle ilgilenebileceğini belirtmişlerdi.
Bayan Mercer kocasına neden daha önce Katya’dan hiç söz etmediğini sorar. Ancak Bay Mercer ona anlatmıştır ama kadın unutmuştur. Sonraları hatırlar. Yeni evlendiklerinde kocası ona bu konudan söz etmiştir. Ama neden tek yakını olduğunu anlamamaktadır. “O bir Yahudi’ydi” der adam “Biz kaçıyorduk, mecburen yüzük takıp yeni evli bir çift gibi davrandık.” Bayan Mercer konuyu kapatmak için “Öyle mi?” demekle yetinir ve konu böylece kapanmış gibi olur.
Ancak o gece karısı uyuduktan sonra adam çatıya çıkmış ve orada unutulmuş fotoğrafları karıştırmaya başlamıştır. Ertesi sabah eski atlası bulup buzulun yerini araştırmaktan kendini alamaz ve yıllardır kullanmadığı kar botlarını yüklükten çıkartıp kapının önüne koyar.
Kadın bütün bu gelişmelerin farkında olsa da ilgilenmiyormuş gibi yapmayı ve kendi arkadaşlarıyla katıldığı gündelik gezilere çıkmayı sürdürür. Karı koca arasına bir soğukluk girmiştir artık. Hiçbir şey eskisi gibi değildir. Kocası için, özellikle onun sağlığı için endişelenmektedir. Elli yıl sonra, buzulun altında gencecik görünmeye devam eden Katya, oradan çıkıp gelmiş aralarına girivermiştir. Bunca yıldır özenle oluşturulup geliştirilen o güvenli karı koca ilişkisi bir mektupla dağılmış, o en değerli şey yok olup girmiştir. Kocası kendisinin olmadığı bambaşka bir zamanda yaşamaya başlamıştır.
Bay Mercer, Katya’nın ılık bedenine sarıldığı gecelerin düşlerini görmektedir artık, tavanarasında bulduğu resimleri göğsünün üstünde taşımaktadır. Aklında sadece iki soru vardır şimdi.
- Ne pahasına olursa olsun gidip onu son bir defa görmeli miyim?
- Bunu yaptığımda kaybedeceklerim (karım, sağlığım, güvenli hayatım), buna değer mi?
Sizi bu ikilemle baş başa bırakıp burada bitirmek istiyorum. Benim alıntıladığım sadece kısa bir özet, ancak öykü çok çarpıcı. Yazar en sıradan ve önemsiz gibi görünen ayrıntılara değinerek bütüne varıyor. Eminim her satırda usta bir öykücünün soluğunu hissedeceksiniz.