Sabahlar kâbusu olmuştu. Uykusunun en tatlı yerinden uyanıp, yataktan kalkmak yaşam kavgasının içine atılmak zor geliyordu Selma’ya artık. “Çocuklar şu okulu bi bitirsin, sonrası kolay…” Ardına bakmadan kapıyı çarpıp çıktı. Geride kalanları şimdilik ertelemek en iyisiydi.
Dışarının sakinliğini fırsat bilip gökyüzünün alacalı renk akışının huzuruna varmak için gözlerini kapattı; derin derin bahar havasını içine çekti. Baharın serin esintisi doping etkisi yapmıştı. Yüzüne yayılan gülümsemeyle tüm yorgunluğunu, sırtından aşağıya atmak, toprağa karışmak, baharda tomurcuğa duran ağaçlar gibi gücünü toplayıp yeni güne merhaba demek istedi. Ancak onu bekleyen onca işin gücün içinde bunları bir an düşlemek iyi gelse de şimdi gerçeğe dönmenin vaktiydi. Aceleyle dükkânın kepeklerini açtı, bir çırpıda elinden bıraktığı kepenklerin gürültüsü sabahın sessizliğinde patladı.
El çabukluğuyla ortalığın tozunu aldı, paspasını yaptı. Müşteriler üç beş gelmeye başlamıştı bile. İlk müşteri “Siftahı benden bereketi Allah’tan” deyip bozuk paraları tezgâha doğru attı. Var mıydı bir hikmeti? Bilinmez ama âdettendi, o da yaptı. Sırayla gelen günlük malları raflara dizerken bir yandan da komşusu tuhafiyeci Hale ile ayaküstü hoşbeş etti. “Yarın ayın sekizi kız, gelicen mi?
“Ee, dükkânı kim açacak, mecbur…”
“Yarın bizim günümüz! Bir gün de açmayıver canım.”
Bir şey demeden kararsızca önüne baktı. Hale omuzuna el atarak “Gel gel! Sen gelmezsen, öteki gelmese ne olacak. Biz birlikte güçlüyüz,” dedi ve çekip gitti.
Selma’nın aklı bir yandan yarın gelecek misafirlerindeydi. Gelen giden müşterilerle, raf dizmelerle, yandaki Hale ile sohbet ederken öğlen oluvermişti. Şimdi eve gidecek ve sabah ardında bıraktığı evi derleyip toplayacak, misafirlerine yemek hazırlayacak, çamaşırları makinaya atacak, çocukların derslerine yardım edecek, zaman kalırsa ütü yapacak…
İşlerden boğulur gibi oldu. Yaşamın bundan ibaret olmadığını, yarın yeni bir başlangıç yapmanın tam zamanı olduğunu düşündü.