Nilgün Canel ile Simel Parlak’ın birlikte yayına hazırladıkları Ferdengeçti Çiçekleri, çocukluğunda baba şiddetine uğramış kadınların yaşamlarındaki sonuçlarını irdeleyen bir çalışma ve alanında ilk olma özelliği taşıyor. Babadan alınan geri bildirimlerin yetersiz ve aşağılayıcı oluşunun gelişme çağındaki kızların benlik duygusunun sağlıksız gelişmesine sebep olduğunu söyleyen Nilgün Canel’le baba şiddetinin nedenlerini ve kadınların hayatındaki yerini konuştuk.
Baba şiddetinin yetişkin kadınlar üzerindeki yansımalarının anlatıldığı Ferdengeçti Çiçekleri’nde bir bilimsel araştırmanın sonuçlarını paylaşıyorsunuz. Tam da bu nedenle sormak istiyorum. Ferdengeçti Çiçekleri neyi temsil ediyor? Hayatta anlatılmamış çok hikâye var. Ferdengeçti Çiçekleri o anlatılmamış hikâyelerden biri. Bizim ülkemizde hiç konuşulmamış konulardan baba şiddeti. Aile toplumsal varoluşun adeta kapalı bir kutusu gibi. 19. yüzyılın ortalarına kadar aile içi şiddet toplumsal bir sorun olarak ortaya konulmamış bile. Bu da beraberinde izolasyonu, ihmal ve istismarı getiriyor. Babanın fiziksel veya psikolojik şiddet uyguladığı ailelerin çoğunda bu sorunu saklama, göstermemeye çalışma gibi eğilimler var. Ama en kötüsü de bunu normalleştirmeye çalışmak. Korku salmak, babalık işlevlerinden bir tanesi midir? Bir insanın yaşadığı şeyin normal olmadığını anlaması için bazen yıllar geçiyor. Üstelik birileri ortaya çıkıp ‘bakın burada bir sorun var’ deme cesaretini göstermezse, sorunlu davranış kalıpları kuşaklar boyu aktarılıyor, aile içerisindeki yaralı kurbanlar yeni kurbanlar yaratıyor. Şiddetin karşısında durmak ahlaki ve vicdani bir sorumluluktur. Biz, sevgili arkadaşım Simel Parlak ile çocukluğunda baba şiddetine uğramış yetişkin kadınların, ruhlarında o günlerden kalma izler olup olmadığı sorusunun peşine düştük. Bu konuyu ilk araştırmaya başladığımızda da hayretle gördük ki, baba şiddeti akademik makaleler ve araştırmalarda neredeyse hiç ele alınmamış. Bu kadınların hikâyeleri ülkemizde hiç anlatılmamış. Eğer hikâyeniz anlatılmadıysa, kimse sizi fark etmediyse, bir isminiz de yoktur. Bizim peşine düştüğümüz soru, o günlerden geriye ne kaldığı sorusuydu. Yaptığımız görüşmelerde gördük ki, o günlerden geriye pek çok şey kalmış. İnsanın zihni, benliği, yaşadığı zamana uyum sağlamış gözükse de bedeni kayıt tutuyor. O kayıt bizim için gözlerindeki ışıksız, durgun, hüzünlü ifadeydi. Feri sönmüş derler ya hani. Tam olarak öyle bir şey. Madem hikâyelerini anlattık, bir de isimleri olsun istedik. Ferdengeçti Çiçekleri böyle doğdu.
Baba şiddetini anlatan bir kitap yazma fikri nasıl oluştu? Bu kitabı yazmaya başlamanızda rol oynayan başat duygu neydi?
Ferdengeçti Çiçekleri bir araştırma çalışması neticesinde yazıldı. Araştırmayı yapan Simel Parlak, şiddet konusunda araştırmalar yapan bir akademisyendir. Bizim Simel ile bu konularda daha önce de çalışmalarımız olmuştu. Bir gün Simel bana ikimizin de zihnini uzun süre meşgul eden bir soru sordu: ‘Neden aile içi şiddete uğrayan kişi bundan utanç duyar? Neden bunu saklar? Hatta bazen yıllarca saklar. Şiddet eylemini gerçekleştiren başkası iken, utanan niye şiddete uğrayandır? Bu soru bize ülkemizde hiç ele alınmamış bir konunun duyulması için bir kapı açtı. Bu amaçla Simel çocukluklarında baba şiddetine uğramış yetişkin kadınları buldu ve onlarla görüşmeler yaptı. Bu görüşmeleri bilimsel bir yöntemle analiz ettik ve ‘Baba Şiddetine Uğrayan ‘Ben’in Utanç Karmaşası’ isimli bir araştırma makalesi yazdık. İlgilenenler internette bulabilir. Sonra bu araştırmadan elde ettiğimiz temaları, okuyucunun yaşananları hissedebilmesi, o günleri yaşayan kadınların zihinlerinde gezinebilmesi ve zihninde deneyimleyebilmesi için hikâyelere çevirdim. Böylece hem baba şiddeti ve hatta babalık kavramını ele alan tartışmaların hem de şiddetin kadınların yetişkin hayatlarındaki izlerini anlatan hikâyelerin olduğu bir kitap ortaya çıktı. Akademide her yıl bir sürü tez yazılıyor. Bir sürü araştırma makalesi yayımlanıyor. Özellikle sosyal bilimler konusunda okuyucunun çok ilgisini çekebilecek araştırmalar yapılıyor, ancak bu çalışmalar çoğu zaman gerçek okuyucuya hiç ulaşmıyor. Neticede kimse internetten bir tez açıp okumak istemez. Oysa ben bu çalışmaların gerçek okuyucuya ulaşmasını çok önemli buluyorum. Bu yüzden yazdığım kitaplarda bilimsel ve akademik konuları okuyucunun keyif alabileceği ve sıkılmadan okuyabileceği içeriklere dönüştürüyorum. Mesela bir önceki kitabım ‘Unutulmuş Düşler Mağarası’ da okuyucunun kendisindeki yaratıcılığı keşfetmesini sağlamayı amaçlayan bir kitaptı.
BABAYLA İLGİLİ ALGILAR HAYAT BOYU BİZİ BIRAKMIYOR
Baba şiddetine küçük yaşta maruz kalan kız çocuklarını yetişkinlikte neler bekliyor? En çok neyin eksikliğini çekiyorlar ya da neleri öngöremeden yaşamaya devam ediyorlar? En belirgin kavramlar bu anlamda neler oluyor?
Bir kere her şeyden önce bu duyguları, bu yaraları yetişkin hayatlarına taşıyorlar. Yaptığımız araştırma bunu doğruladı ve bazı gerçekleri ortaya çıkarttı. Yaşayanlar çocukluk yıllarında kalıp, hiç yaşanmamış gibi yollarına devam etmiyorlar. Babaları ile ilgili sahip oldukları olumsuz algılar, hayat boyu peşlerinden geliyor. Kendi evliliklerine, çocuklarına, kocaları ile kurdukları ilişkilerine hatta kendi kişiliklerine olumsuz tohumlar ekiyor. Yaşadıkları şiddeti yıllarca anlatamıyorlar. Kendi kardeşleri ile hatta anneleri ile ilişkileri bozuluyor. Yetersizlik duygusu ve özgüven eksikliği en fazla belirttikleri sorunlar arasında. Tüm dünyada yapılan araştırmalar, kız çocuklarında özgüven duygusunun sevecen ve destekleyici bir babalıkla ilişkili olduğunu ortaya koyuyor. Bu erkek egemen dünya ile başa çıkmanızı kolaylaştıracak özgüven duygusunun doğrudan baba ilişkili olması ne kadar da çarpıcı. Babanın takdirini kazanamıyor olmak ise duygusal olarak daha fazla çöküntü ve kırgınlığa sebep oluyor. Öfke, depresyon gibi sorunlar ortaya çıkartıyor. Kendi yetersiz kişilik gelişimlerini, sergiledikleri şiddet yoluyla çocuklarına aktaran babalar, çocuklarında da tamamlanmamışlık, yetersizlik, değersizlik gibi duygularının temelini atıyorlar. Özdeğerlilik duygusunda azalma ortaya çıkıyor. Kişilerin zaman zaman zihinlerini meşgul eden çocukluk anıları ile mücadele etmeye çalışmaları ve kendilerini diğerlerinden duygusal olarak kopmuş̧ hissetmeleri de yaygın görülen sorunlar arasında.
Kitabınız dört bölümden oluşuyor: Korku, Utanç, İntikam ve Hiçlik. Küçük yaşta baba şiddetiyle yüzleşen kız çocukları bu duygularla sürekli baş ederek hayatta kalmaya çalışıyorlar diyebilir miyiz?
Evet, kesinlikle diyebiliriz. Aslında yaptığımız araştırma çok daha fazla temayı gözler önüne sermişti. Ancak ben hikâyeleri oluştururken tüm temaları anlatabileceğim ve bir araya toplayabileceğim baskın duygular üzerinde düşünerek bunlara karar kıldım. Eksikliği hissedilen, zarar veren, rahatsız eden, taciz eden, destek vermeyen bir baba olmak, kız çocuğunun hayatında nelere mal olabilir, bunları anlatmak istedim. İnsan var olduğundan beri bir hikâye anlatıcısı. Yaşananları bilimsel verilerle sunmak farkındalık kazandırmak için çok iyi bir yol olmakla birlikte, şiddete maruz kalanların duyguları ile empati kurabilmenin, bizim araştırmaları yaparken hissettiklerimizi anlatabilmenin en iyi yolu bu hikâyeleri yazmaktı. Nasıl ki okuyucu hikâyeleri okurken karakterle özdeşleşir, yazarken de aynı şey oluyor. Kendinizi onların yerine koyuyor, onların gözünden, hatta kalbinden hissediyorsunuz.
BENLİK SAYGISI İÇİN DE BABAYLA KURULAN BAĞ ÖNEMLİ
Çocukken şiddete uğramak aynı zamanda kendini bir utanç kaynağı olarak görmek de demek. Bu hem kendimizden hem de uygulayıcıdan utanç duymak anlamına geliyor. Şiddete maruz kalanların ailesinden de kendilerinden de utanç duymalarını nasıl açıklıyorsunuz? Fairbairn’nin, utancın ‘kötü nesnesi’ olarak nitelenebilecek kötü bir ebeveynle özdeşleşmekten kaynaklanan açıklaması bunu mu işaret ediyor?
Bu soru aslında koskoca bir seminer verdirebilecek, çok kıymetli bir soru. ‘Benlik saygısı’ kendiniz için önemli gördüğünüz diğerlerinin, sizi nasıl gördüğüne dair algınız. Babadan alınan geri bildirimlerin yetersiz ve aşağılayıcı oluşu, henüz gelişme çağında olan ‘ben’in kendisi ile yeterli ve güvenli bağlantı kuramamasına sebep olur. Oysa kişinin dış dünyadan kendisi ile ilgili topladığı bilgi, kişilik gelişiminin belirleyicisi. Baba şiddetine veya aile içi şiddete maruz kalanların bunu saklamalarının altında yatan gerçek, aslında tam olarak deneyimledikleri şiddetin bir nesnesi olmalarından kaynaklanıyor. Utanç öyle bir duygu ki sizi, başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü sorusu ve sıkıntısı ile baş başa bırakır. Düşünsenize, babanız, kendi canınız, size nefret edilecek bir öteki gözüyle bakıyor ve acımadan şiddet uyguluyor. Babanız size şiddet uygulamaya değer biri olarak davranırsa, siz kendiniz hakkında ne düşünürsünüz? Bu şiddete layık görülen biri olarak, kendinizden utanç duymanız en olası sonuçlardan bir tanesi. Bu yüzden kişi, ötekinin gözlerine bakarken kendisi ile ilgili ne göreceğine ilişkin korku duyuyor ve ilişkilerinde bağ kurmaya dair güçlükler yaşamaya başlıyor. Yaşanan şiddet karşısında çaresiz ve yaralanmış olma hâlinin görüleceğine dair utanç, kişiyi bunu bastırmaya ve bunun da ötesinde yaşananları yok saymaya, ağlayamamaya ve cansızlığa itiyor. Şiddete uğradıkları yaşlarda donup kalıyorlar sanki.
“Çocukken maruz kalınan şiddet erkeklerin şiddet uygulama olasılığını, kadınların da şiddete uğrama olasılığını artırıyor,” diyorsunuz. Bu aslında bir sarmal değil midir ve bundan çıkmak için ne gerekiyor?
Tam da yukarda sorduğunuz, Fairbairn’in, “utancın ‘kötü nesne’ olarak nitelenebilecek kötü bir ebeveynle özdeşleşmekten kaynaklanabileceğini” iddia ettiği cümlesi, tam da bu dinamiğe potansiyel başka bir perspektif sunuyor. Bu özdeşimde aslında kişi, kendisine şiddet uygulayan ebeveyni içe atıyor. Bu çaresizlikle başa çıkabilmek için kendisi bir şiddet uygulayıcısı olabiliyor. Böylece kendini çaresiz kılan alandan kurtaran birey bir yandan faille özdeşleşerek onun gerçekleştirdiği suçun da ortağı oluyor. Bu açıklama çocuklarına şiddet uygulayan babaların, kendi çocukluklarında şiddete uğramış bireyler olması gerçeğini bize anlatıyor. Yani babalar kendi yetersiz kişilik gelişimlerini, sergiledikleri şiddet yoluyla çocuklarına aktarıyorlar. Böylece yeni failler doğuruyorlar. Bu tam bir sarmal. Böylece şiddet uygulayan babanın yarattığı öğrenilmiş çaresizlik ortamını kıramadığımız gibi, bu şiddete karşı koyamayan anneleri de normalleştiriyoruz ve kuşaklar boyu bu bozuk davranışları aktararak doğmamış çocuklarımızdan mağdurlar yaratıyoruz. Bu sarmalı durdurmak için her şeyden önce böyle bir sorunumuz olduğunu fark etmemiz ve kabul etmemiz gerekiyor. Tam bu noktada toplumsal bir özeleştiriye de ihtiyacımız var. Şiddete uğrayan insanların yaşadıkları bir sürü psikolojik faktörle birlikte, bir sürü de toplumsal faktör var. Oysa iyileşme yolunda adım atmasının birincil yolu, toplumsal algının değişmesi ve toplumsal desteğin oluşması ile mümkün olur. Bu yaşantılara maruz kalan inşaların farkında olmamız ve onların yanında olmamız toplumsal bir sorumluluktur. Şiddete maruz kalan kişinin yaşadığı utancın üstesinden gelmesinin yolu, özellikle yakınları tarafından gerçekçi yargılarla adil olarak değerlendirilmesine ve destek ihtiyacının giderilmesine bağlıdır. Bunun yanı sıra bu desteği sağlayacak sosyal politikaların oluşturulması, sadece aileyi değil, toplumsal ruh sağlığını da korumak ve desteklemek demektir.
DEĞERSİZLEŞTİRİLMİŞ BABALAR, KIZLARINI DA DEĞERSİZLEŞTİRİR
Şiddeti yaratan babaları sormak istiyorum bir de. Bu babalar özelinde saptadığınız en belirgin özellikler neler? Toplumsal farkındalık sağlayarak bu babalardan çocukları korumak mümkün müdür?
Bizim araştırmamızdaki babalar hayat karşısında yetersiz babalardı. Bir babadan beklenebilecek olaylar karşısında gerekli tavrı alabilme, çözümcül ve güçlü davranabilme yetisinden yoksun babalar. Hayatın kendilerine yüklediği yükün acısını evden çıkartmaya çalışan, sorunlar karşısında şiddette başvurmaktan başka ne yapması veya nasıl davranması gerektiğini bilmeyen babalar. Kendi kızlarının ifadelerinde, bu babalarının bunu kendilerine neden yaptığını anlamlandırmaya çalışırken belirttikleri ortak bir çocukluk yaşantıları olması çok dikkat çekici idi. Bu babalar kendi çocukluklarında kendileri ile ilgilenilmemiş, ilgi ile büyütülmemiş babalardı. Kendi babaları tarafından hor gürülmüş, aşağılanmış, değersizleştirilmiş babalar. Uyguladıkları şiddet, kendi çocukluk yaşantılarının bir izdüşümü gibiydi. Toplumsal farkındalık ile bu babaları çocuklardan korumak tek başına yeterli olmaz. Ülkemizde çaba gösterilmesine rağmen yeterli olmayan aile eğitimlerinin tüm ülkede sosyal politikalar ile yaygınlaştırılması ve koruyucu yasal düzenlemelerin de yapılması gerekiyor.
Kitapta önemli detaylar var. Mesela, matematikte başarılı olmanın bile çoğu zaman kız çocuğunun babasından aldığı zaman, rehberlik ve zamanla bağlı olduğuna dair görüşe yer veriyorsunuz. Hatta yeme bozukluğunun bile bunların eksikliğiyle ilintili olduğu düşünülüyor. Buradan yola çıkarak şunu sormanın tam da zamanı; bir kız için babası tam olarak neyi ifade ediyor?
Evet, bunlar son yıllarda yapılmış ilginç araştırma sonuçları. Sürekli anneden bahseden ve babayı bir gölge gibi gösteren psikoloji dünyası, artık baba ve babalık kavramlarında da ciddi araştırmalar gerçekleştirmeye başladı. Tüm dünyada yapılan araştırmaların vardığı kesin bir ortak doğruluk nedir diye sorarsanız, babanın kız çocuklarının özgüvenlerinin belirlenmesinde ve kendi öz saygılarını kazanmalarında en önemli faktör olduğu gerçeğidir diyebiliriz. Bir baba, kızının benlik saygısı ve özgüveninin hayat boyu nasıl seyredeceğinin belirleyicisi. Bu da kız çocuğunun yetişkin hayatında hayatına girecek diğer tüm erkeklerle, erkek kardeşlerle, kocasıyla, erkek akrabalarıyla kuracağı ilişkinin kalitesini belirleyecek. Topluma ayakları üzerinde duran, hakkını savunabilen, kendini ezdirmeyen, bağımlı ilişkilere ihtiyaç duymadan ayakta durabilen kadınların katılmasını sağlayacak.
Son olarak, baba şiddetine maruz kalan kız çocuklarıyla erkek çocukları arasında ne gibi farklar var? Bu yoksa bir başka araştırmanın mı konusu? Ne dersiniz?
Aslında bu soruya ülkemiz açısında cevap vermek çok zor çünkü bu kıyaslamayı yapmış tek bir araştırma bile yok. Ancak sunu söyleyebiliriz ki aslında şiddet insan ruhunda hemen hemen aynı yaraları açan bir silah ve kadın veya erkek olmak bunu pek değiştirmeyecektir. Değiştirdiği şey daha çok bu yaraların toplumsal cinsiyet yüklemeleri temelinde çeşitli kılıflara bürünecek olması. Örneğin, toplum erkeklerin daha öfkeli ve saldırgan davranışlarını daha fazla tolere edebilirken, aynı şeyi kadınlarda görmek istemez. Kadınların daha pasif, daha içine kapanık davranışlarını daha fazla normalleştirir. Dolayısıyla bu konuda bir araştırma yapacak olsak, küçükken baba şiddetine uğramış erkeklerin yetişkin hayatlarında bunu daha fazla şiddet eğilimi olarak tekrarlama ihtimallerinin daha yüksek olabileceği varsayımı üzerinde dururuz. Nitekim yurt dışında yapılan araştırmalar bunu doğrular nitelikte. Ayrıca erkek çocuklarının baba ile kurdukları özdeşim, tabii kız çocuklarından daha farklı dinamiklere de sahip. Bu konu ne kadar konuşulabilir olursa, araştırmalar da o kadar çok artacaktır. Sonuçta bu çocuklar ülkemizin geleceği, hepimizin yarınları. Onlara sahip çıkmak hepimizin görevi.