1966 yılında İstanbul'da doğdu. Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi'nde aynı bölümde başladığı yüksek lisans eğitimini tez aşamasında bıraktı ve yirmi altı yıl sürecek iş hayatına geçti. Şimdilerde fotoğraf çekmek, öykü okumak ve yazmak, film izlemek ve filmler üzerine yazmakla uğraşıyor. Aşk Ağustosta Güzeldi isimli ilk kitabı 2020 yılında yayınlandı. İFSAK üyesi, ifsakblog, perasinema ve Mikroscope'ta yazıyor.

43.İstanbul Film Festivali’nin bu yılki sloganlarından biri de “Sinemayla Yeniden Doğanlar”dı. İşte onlardan biri de benim. 80’li yıllardan bu yana takip ettiğime göre kırk üç yılın çoğunda ben de vardım. İlk film festivali deneyimimi hayal meyal hatırlıyorum. Lise öğrencisiydim, annem de bana eşlik etmişti. Yanlış hatırlamıyorsam, ilk seferinde sadece bir film izlemiştim ve o film Rus balet Rudolf Nureyev ile ilgiliydi. Ne de olsa bale annemle ortak tutkumuzdu. Sonraki yıllarda film izleme sayımın otuz civarına çıktığı da oldu.  Zaman zaman izlenimlerimi yazdım, zaman zaman sadece izleyici oldum. Bu yıl da sadece izleyici olmayı seçmiştim, ama Wim Wenders ve Koji Yakusho ile yapılan basın toplantısının duyurusu gelince dayanamadım. Ünlü yönetmenin yeni filmi Perfect Days (Mükemmel Günler) sadece festivalde değil MUBİ’de de gösterimde. Bu film ve basın toplantısında konuşulanlarla ilgili daha detaylı yazımı bağımsız sinema web sitesi Perasinema’da okuyabilirsiniz. Şimdilik birkaç festival anısı ve bir filme değineceğim. Hadi Wim Wenders ile başlayayım.

Anlaşılan o ki, film festivalimiz ünlü yönetmeni çok beklemiş. O da İstanbul’a filmleriyle geldiği için çok mutluydu. Toplantıda ilk söylediği “Yetmiş sekiz yıldır bu anı bekliyordum” oldu. Sıcacık gülümsemesi, salondakilerin kahkahalarına karıştı. Ya Mükemmel Günlerin “Hirayama”sı oyuncu Koji Yakusho’ya ne demeli? Gençliğinde Japon müzisyen Mayo Shouno’nun “Flying to Istanbul / Tonde Istanbul” şarkısını dinlediğinden beri hep İstanbul’a gelmek istediğini, sonunda burada olduğu için de çok mutlu olduğunu söylerken şarkıyı da mırıldanmaz mı? İstanbullular olarak tabii bu söylenenler hoşumuza gitti. 

Wim Wenders ve Koji Yakusho, Engin Ayça, Meral Orhonsay ile bu yıl festivalde onur ödüllerini alan sinemacılar oldular. Cannes Film Festivali’nde Koji Yakusho en iyi erkek oyuncu ödülünü almıştı. Festivalin en iyi kadın oyuncu ödülünü alan Merve Dizdar ise bu yıl İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Yarışma bölümünde jüri üyesi. Ulusal Yarışma demişken, yarışmanın jürisinin başkanlığını Aslı Özge yapıyor. Aslı Özge’nin yaklaşık on yıllık çalışmasının ürünü Faruk filmi ise uluslararası yarışmada yer alan filmlerden biri. Filmden özellikle bahsetmek istiyorum. Aslı Özge kısa filmlerinden bu yana takip ettiğim bir yönetmen. Faruk filminde başrolde babası oynuyor. Film belgesel değil. Aslı Özge, Atlas 1948’deki ilk gösterimin ardından gerçekleşen söyleşide öncelikle bunu belirtti. Ben de bir oh çekmedim değil hani. Neden mi? Anlatayım. Aslı Özge filminde, doksanlarına yaklaşmış bir adamın dünyasında başına gelebilecek iyi ve kötü anları, zaman zaman kendisi de filmin içinde yer alarak aktarıyor. Aslında yola çıkışı babasıyla ilgili bir belgesel projeyken, zaman içinde bunun belgesel olmayacağını hissetmiş. Sonrasında senaryoyu yazmaya başlamış. Hem kentsel dönüşüm hem de baba-kız ilişkisi ekseninde bir hikâye ortaya çıkmış. Oyuncuları ararken, tanınmamış kişiler olmasını tercih etmiş ve yakınlarından oynamalarını istemiş. Filmde yer alanlar gerçek oyuncular kadar doğal hareket edince, filmi izlerken, bunun ne kadarı gerçek ne kadarı değil diye düşünmeden edemedim. Uzun yıllardır oturduğu apartmanın yıkımı yaklaşırken Faruk Bey’in hikâyesinde gerçek ile kurgu yavaş yavaş iç içe geçmeye başlamış. Aslı Özge, söyleşide gerçek-kurmaca ilişkisinde filmleri çok sevdiğini söyledi.

Baba Faruk Bey, zaman zaman sevimli esprilerle, işini son derece ciddiye alarak oynamış. Artık doksanlarına yaklaşmış, yaşlı, yalnız bir insanın çaresizliği beni çok etkiledi. Hatta öyle ki, yaklaşık bir saatin sonunda izlemeye dayanamadım, dışarı çıkıp, biraz hava alma ihtiyacı hissettim. İyi film öyle bir çağırır ki izleyicisini, bu kez dışarıda duramadım, tekrar salona girdim. En güzeli de filmin sonundaki söyleşiye Faruk Bey’in de katılması oldu. Onun için sahneye konan koltuğa izleyicileri selamlayıp, teşekkür etmeden oturmadı. Aslı Özge’nin filmle ilgili konuşurken, bir yandan da babasını takip etmesini göz yaşlarıyla izledim. Faruk Bey şu anda doksan altı yaşındaymış. Filmdeki halinden daha zayıf, yürürken sağlık görevlilerinden destek alsa da gösterimdeki mutluluğunu unutamayacağım. Bu yılın festivalinde o da yeniden doğanlardandı.