Pırlanta, Balım ve Dobby’nin aziz hatıralarına…
Şu ana kadar ailecek üç kedinin hakkından geldik. Bu üç kediden ikisi, balkon kapısını açık bıraktığımızdan, sinek avcılığı damarı kabardığı için toprak zemini boyladı. Dört ayak üstüne düşme faslının da hikâye olduğunu iki kez öğrenmiş olduk. İlk vakada, kedimizi düştüğü yerden kurtarayım derken bacağımı ciddi bir şekilde yaraladım. Kedi o haldeyken, kendim de bu haldeyken bir tercih yapmam gerekiyordu. Hastanenin mi yoksa veterinerin mi yolunu tutacaktım? Veterineri seçtim. Veteriner hekim, bir yandan kediyi muayene ederken bir yandan da kanayan bacağımı bandanayla sarmaya çalışıyordu. Sanırım bir baytarda tedavi olan ilk insan olarak tarihe geçiyordum.
Sevgili ilk kedimiz iyileştikten uzun bir süre sonra, bu sefer ölmeyi kafasına koymuş ve kendi örf ve âdetlerine uygun olarak kuytu yerlere saklanıp oracıkta ölmüştü. İsminden midir cinsinden midir bilinmez, bizim sevgili Pırlantamız takılara çok meraklıydı. Hatta hanımın bir takısını kaybetmişti de eve gelen yardımcı abladan şüphelenmeden edememiştik.
İkinci kedimiz tip olarak ilkini andırıyordu. İlkinin adını kızım koymuştu. İkinci kediye isim bulmak için evde yarış başladı. Kıyamadım kızıma. Tamam o zaman, dedim, kura çekiyoruz. Kurada kızımın istediği isim çıktı: Balım. Hoş, diğer iki kâğıda da Balım yazmıştım. Baba yüreği işte. Kızları için yapamayacağı düzenbazlık yok.
Sevgili Balım, açgözlülüğün kitabını yazmıştı. Toprağına haber gitmesin; ama açgözlü bir kedi figürünü onda gördüm. Ne zaman ağzıma atıştırmalık bir şeyler atsam, dibimde bitiverir ve beni göz hapsinde tutardı. Maalesef onun da kaderi balkondan cumburlop atlamak oldu. Balım, Pırlanta kadar şanslı değildi. Sırtındaki sinirler zedelendiği için arka patilerini zaman zaman sürüyordu kendi peşinden. Bu rahatsızlığı yüzünden uyurken yattığı her yere çiş de kaçırıyordu. Ona bu haldeyken bile bıkmadan usanmadan bakan eşimi gören komşumuz, “Bizim kedi doğum yaptığında bir tanesini sana vereceğim. Balım’a bu haldeyken bakıyorsan bizim yavruya hayli hayli bakarsın,” dedi. Eşim de dünden razıydı zaten. Böylece evimizin asil gri renkli kedisi Harry Potter filminin bir karakteri olan Dobby ismiyle hayatımıza girmiş oldu. Sevgili Dobby biraz büyüyüp erkekleşince bizim Balım’a tat vermez oldu. Sürekli ensesini ısırmaya çalışıp arkasına geçmeye, bir güreşçi edasıyla puan almaya çalışıyordu. Balım da bu hareketlerine ayar olup çığlığı basıyordu. Bu serseri Dobby, oyuncak bir kedinin ensesini ısırma ve arkaya geçme egzersizleri yaparken bizim Balım’ın gözlerinin faltaşı gibi büyümesine sebebiyet veriyordu. Aralarındaki bu kovalamaca hiç bitmedi. Dobby’nin Balım ısrarı her zaman bir kavgaya neden oluyor ve en sonunda Balım’ın tüyleri havada uçuşuyordu. Zorla güzellik olmaz dedimse de Dobby bir türlü laf anlamıyordu. Giriş katlı evimizin bahçeye açılan balkon kapısından arada sırada dışarıya kaçan Balım, Dobby’nin sapıklıklarından kurtulmak için sürekli kendini dışarı atmaya çalışıyordu. O dışarıdayken Dobby’nin içerideki hali de bizi üzüyordu. Çok güvenli bir yerde oturduğumuz için bu tür dışarı gezmelerine ses etmiyorduk, ama ikisinin sonu da bu dışarı çıkma sevdasından oldu. Balım, siteye giren bir motosikletli kargonun üzerinden geçmesiyle hakkın rahmetine kavuştu. Balım’ın kırkının çıktığı gün Dobby, site içine giren kaçak bir Afgan tazısının saldırısına uğradı. Kalçaları parçalanan Dobby’yi ameliyat ettirsek de bir iki gün sonra kaybettik. Bu travmayla yaşayamayan eşim sürekli ağlıyordu. Gerçekten kedisiz yapamayacağını anlayınca bir tane daha aldık. Bu kedinin ismini de kızım koydu: Mişi.
Mişi de tam babacı çıktı. Ona bir şey olacak diye aklım çıkıyor. Biraz saftirik; ama olsun. Salonda beraber otururken, yatak odasına gitsem, miyavlamaktan her yeri inletiyor. Bi bakayım nereye gitmiş şu adam, demiyor da sanki kaybolmuşum gibi davranıyor. Buradayım oğlum diye seslenince gelip buluyor beni. Tam bir sevgi arsızı. Yine geldi işte. Göğsümün üstüne yatıverdi.
Laf aramızda ben de onu çok seviyorum.