“İntikam yolculuğuna çıkacaksan, kendin için de bir mezar kaz” der Konfüçyüs. Asırlar boyu geçmiş kaynaklı bir hesaplaşma ile öç alma dürtüsünün çekiciliğine kapılmıştır tüm sanat dalları. Homeros destanlarından Shakespeare tragedyalarına uzanan, ilkin zihinde filizlenen, sonrasında ise saldırganlık ve şiddet içeren o zehirli duygudan nasıl kaçılabilir ki? Mağdur olma hissinin güçlü bir intikam duygusuna dönüşme evresi acı kadar hazzı da içerir. Hangi sebebe dayalı olursa olsun intikam alma düşüncesindeki yanıcı öfke sanatsal anlatıların vazgeçilmez konusu olagelmiştir.
Ana teması intikam olan dizi ve filmlerin çekiciliğini kanımca izleyenler üzerinde yarattığı etki ile ele almak gerekir. İntikam, eğer kişinin yaralarını sarması için hissedilen ilk duygulardan biriyse intikam eylemlerini ekranda veya beyazperde de izlerken bizler de rahatlama hisseder miyiz? İzleyici olarak bir tür katarsis yani arınma yaşar mıyız? Freud’a bakılırsa intikamın içimizi soğuttuğu kesin. Hatta bize gizliden bir doyum yaşattığı da. İzleyiciler kadar yaratıcılar da intikama benzer yaklaşıyorlar aslında. “Birisi bana kaba davrandığında, onu bir sonraki kitabımda kurban yapıyorum” der mesela gerilim romancısı Mary Higgins Clark.
1844’te Alexander Dumas’nın kaleme aldığı Monte Kristo Kontu’ndan esinlenen ne çok öç alma hikayesi çıkmıştır bugüne dek. Ünlü romanda düşmanları tarafından tuzağa düşürülüp suçsuz yere 14 yıla mahkûm olan Edmond Dantés, hapishaneden çıkınca felaketine yol açanlardan tek tek intikam alır. Eminim hemen aklınıza iki sezon birebir aynı temayla izleyicileri ekrana bağlayan Ezel dizisi gelmiştir. Dizinin sloganının bile “ihanet onları ayırdı, intikam birleştirecekti” olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Türk dizilerinden bahsederken intikam temasının işlendiği dizilerden biri de Şahsiyet. Dizinin öyküsü hukuk sisteminin işlemediğini görünce adaleti intikam ile eşitleyen cinayetlerle gelişiyor. Böylece cezalandırma işlemini sistem dışına itiveriyor; tıpkı Mafya dizilerinde olduğu gibi.
Hukuk sistemine güvenmeme ve adaleti kendi ellerinle sağlayacağına inanma aslında tüm intikam dizi ve filmlerin temel çıkış noktası. “İyiliğimi hak etmeyen herkes, kötülüğümün tadına bakacak” diyerek öç yolculuğuna çıkar karakterler. Örneğin, Leonardo DiCaprio’nun Oscar ödüllü Diriliş (The Revenant) filminde başkahraman, oğlunu öldürenlerden intikam alma hırsıyla hayata tutunur. İzlediğim en başarılı intikam filmlerinden biri hiç tartışmasız 2020 yapımı Yetenekli Genç Kadın (Promising Young Woman). Bu, en iyi arkadaşı Nina Fisher’ın tecavüzüne suç ortaklığı yapan herkesten intikam almak için plan yapan Cassie Thomas adında bir tıp fakültesi öğrencisinin hikayesi. Pek çok örneğin yanısıra Kill Bill (2003) Old Boy (2003) ve John Wick (2014) filmleri de estetize edilmiş şiddet sahneleri ile çoktan intikam türünün klasikleri arasına girdi.
Dijital platformlar ise intikam temasını odağına alan sayısız dizi ile dolup taşıyor. 8 sezon 96 bölüm boyunca ikili hayat süren Dexter’ın intikamlarını izledik durduk. Gündüz suçları çözmeye çalışan polis, gece ise suçluların bedenlerini parçalara ayıran bir cani Dexter. İzleyici olarak vahşetin adeta pornografik bir temsiliyetine tanık oluyoruz. “Evet, hak ettiler ama yine de..” demekten alıkoyamıyoruz kendimizi. Ya basit bir trafik anlaşmazlığından çılgın bir öç hikayesine dönüşen Beef (2023) dizisine ne demeli?
Öç almanın bir sınırı var mı peki? İntikamın aşırısı olur mu? “Gökle bir olmayınca yerle bir oluyor insan” der Murat Menteş. Öfke göklere ne zaman karışırsa, şimşek, yıldırım olup da yıkıp geçerse hak edilmiş olur? Bu sorulara en çok kafa yoranlar Koreliler sanırım. Kore yapımı (K-Drama) intikam dizileri küresel bir tür artık. Örneğin The Glory (Zafer, 2022-2023) bir lisede itilip kakılan, aşağılanan ve sözlü tacize uğrayan bir genç kızın aynı okula öğretmen olarak dönme hikayesi ile tam bir K-Drama örneği. Popüler kültürde sürekli pompalanan “adaletsizliği giderme” iddiası üzerine kurulu intikam elbette ahlaki olarak sorunlu. Francis Bacon “intikam vahşi ve ilkel bir adalet anlayışıdır” derken tam da buna vurgu yapar. Ancak sanatın intikam duygusunun sızdığı karmaşık insan ruhunu anlatmayı sürdüreceğine hiç kuşku yok; ne de olsa tutku, acı ve öfkeden daha çekici ne olabilir ki?