Dostluk… Dünya üzerinde canlıların arasındaki büyülü bağ, insanlığın hayvanlarla verdiği amansız mücadelesi, tarihin bitmek bilmeyen tekerrürü ve hayvanlarla aramızdaki o büyülü bağ. İnsan ve hayvanlar arasındaki köprüyü, sıcacık bağı kuran kitabın yazarı Yalçın Şimşek ile Dostluğu konuştuk.
Çocuklarla hayvanlar arasında nasıl bir bağ var, ortak yanları nelerdir sizce?
Konunun uzmanı değilim. Sadece yaşadığım tanıklıklardan yola çıkarak birkaç şey söyleyebilirim. Tıpkı çocuklar gibi hayvanların da saf ve temiz bir yürekleri ve bilinçleri var. Sevmek ve sevilmek hem çocuklar hem de hayvanlar için büyük bir ihtiyaç olsa gerek. Yaşadığımız hayat ve hayatımıza hükmeden sistemler, ruhumuzu kirletip bizi saldırganlaştırabilir. Hatta türler arası yıkıcı davranışlara bile neden olabilir, ama güdüleriyle hareket eden hayvanlar için aynı şeyi söyleyemeyiz, diye düşünüyorum.
Kedileriniz Mişa ve Pamuk hayatınıza girdikten sonra sizde neleri değiştirdi? Hayvanların insanların hayatında ne gibi etkileri olduğunu düşünüyorsunuz?
Mişa, oğlum Deniz’in, Pamuk da kızım Doğuş’un kedisiydi. Birlikte aynı evi paylaşmadığımız için ben ancak onları ziyaret ettiğimde Mişa ve Pamuk’la buluşabiliyordum. Ama size yaşadığım Ordu’da mahallemdeki kedilerden örnek verebilirim. Her gün mutlaka gördüğüm; Alaca, Karaca, Tarçın, Hanım Ayşe ve Afacan diye çeşitli isimler taktığım kedilerimden söz edeyim. Emekli maaşımın beşte birini onları beslemek için ayırdım. Oturduğum mahallenin farklı sokaklarında yaşıyor onlar. Sabah evden çıkarken, akşam da eve gelirken mutlaka buluşurum onlarla.
Ben çağırdığımda, ya da onlar kokumu aldıklarında öyle hızlı ve öyle büyük bir heyecanla koşturuyorlar ki; sanki yıllardır görüşmeyen dostların yeniden buluşması anlatan fotoğraf kareleri çıkıyor ortaya… Öyle masum, öyle sevecen bakıyorlar ki, yüreği burkuluyor insanın. Onlar benim çocuklarım, dostlarım, arkadaşlarım. Onları sokakta göremediğimde bir garip oluyor, hüzün doluyor içime. Onlarla yaşadıklarımı ve hayvan dostu insanların yaşadıklarını, bir süre önce yazmaya başladığım Arkadaşlık adlı kitabımda anlatmayı düşünüyorum.
Diğer insanlar neler yaşıyordur sizce?
Ben değil konunun uzmanları söylüyor evcil hayvanların insanlar için bir şifa kaynağı olduğunu. Aslında insanın kendini doğanın odak noktası değil de bir parçası olarak gördüğünde hızla olumluya doğru değişiyor her şey. İnsanlar işte o zaman çok daha iyi anlıyorlar hem medikal hem de psikolojik sağlıkları için hayvanların vazgeçilmez canlılar olduğunu. Zaten yapılan araştırmalar da kanıtlıyor bunu: Hayvanlarla kurulan sıcak sevgi bağının, insanların yükselen tansiyonunu normal sınırlara çektiği ve stres hormonu olan kortizolü düşürdüğü yönünde pek çok bilimsel çalışma var.
Üstelik insanı hayatta tutuyor, bir hayvanla kurduğu bağ. Hayvanlar sevimli hareketleriyle pozitif enerji verip insanları gülümsetmekle kalmıyor, çıkarsız sevgileriyle, hayata yeniden güven duymalarını sağlıyorlar insanların. Hayvanlarla kurduğu iyi bir iletişim, kişinin daha mutlu olmasını, yaşadığı hayattan daha fazla keyif almasını sağlayan ve mutluluk hormonu endorfin salgısını da artırıyor. Aslında başka bir canlı ile uyum içinde hareket ederek bir harmoni da yakalayabiliyor insan. Evcil hayvanların yaşlıların hayata bağlanmasını, Alzheimer gibi hastalıkların belirtilerinin de gecikmesini sağladığı da biliniyor.
Şu sıralar, sokak köpeklerine yönelik yeni bir yasa tasarısı gündemde. Siz de kitabınızda hayvanlara yönelik katliamlara yer veriyorsunuz. Nasıl değerlendiriyorsunuz yeni tasarıyı?
Ne güzel söylemiş Albert Einstein; “Aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek deliliktir,” diye. Aslında sadece hazırlanması düşünülen bu yasanın değil, çıkarılan tüm yasaların özü; insanın kendini doğanın odak noktası olarak görmesinde yatıyor. Sadece 3-4 köpek ırkı varken bu sayıyı 400 ya da 500’e çıkaran biz insanlar değil miyiz?
Hayatımızı kolaylaştırdığında canımız, işimize gelmediğinde düşmanımız mı olmalı köpekler? Yeryüzünün sahibi biz değiliz. Üzerinde hayat sürdüğümüz yer küre, sadece bizim değil tüm canlıların da ortak yaşam alanı. Köpek eti festivali düzenleyerek yüz binlerce köpeğin canına kayan Çinliler kökünü kurutabildiler mi can dostlarımızın? Köpek sayısı açısından Hindistan’ın ardından ikinci sırada yer almıyor mu Çin? 1910 yılında halkın direnmesine rağmen İstanbul’da yaşayan seksen binden fazla sokak köpeğini Sivri Ada’ya sürdük de ne oldu? Kurutabildik mi köklerini!.. Açlık ve susuzluktan birbirini parçalayarak can verdi seksen bin köpek!.. Neden resmi adı Sivri Ada olmasına rağmen neden halk Hayırsız Ada olarak anıyor bu adayı. Gerçek olan insanların yaptığı değil, doğanın doğal yasasıdır. Siz katledersiniz ama bir ölüp bin doğar köpekler. 2-3 değil 5-6 yavru dünyaya getirirler her doğumda. Doğanın doğal yasasıdır bu.
Aynı zamanda gazetecisiniz. Medyaya ne gibi görevler düşüyor bu süreçte?
Can dostlarımıza yönelik katliam öngören her gerişimde medyaya da büyük görevler düşüyor tabii. Ama ne yazık ki çoğu kez yangına körükle gidiyor medya. 1930’lu yıllarda da böyleydi, şimdi de böyle!.. Bir köpeğin kuduz olup olmadığı ancak 18 günde anlaşıldı günlerde bile, “kuduz köpek ısırdı,” diye manşet atan da bizim medyaydı, çıkması düşünülen yasayı alkışlayan da bizim medya!.. Ana akım medyayı kastediyorum tabii.
Şöyle bir durum var aslında; ne yazık ki doğası gereği olumsuza odaklı bir beyne sahip insanlar. Hayatta kalma güdüsü nedeniyle, yaşamını tehdit eden bir haber oldu mu, anında dikkat kesiliyor, okuyor, araştırıyor. Tabii bu da büyük bir fırsat yaratıyor medya için. Daha fazla okunmak, daha fazla izlenmek adına, daha çok insanların korkularını tetikleyen abartılı haberlere yer veriliyor. Covit salgınında da yaşamadık mı bunu. “Korona günlerinde ruhlarla dans” adlı bir önceki kitabımda da örnekleriyle anlatmaya çalıştım bunu.
Hayvanlardan neler öğrenir insanlar?
Kitabımda, Maraş depreminde yaşanmış birçok öyküye yer verdim. İnsanları kurtarmak için binlerce kilometre uzaktan, ta Meksika’dan geldi Proteo adlı kurtarma köpeği. Enkaz altındaki insanları kurtarmaya çalışırken veda etti hayata!.. Ya tıp öğrencisi Kerem? O da kendini enkaz altından çıkarmaya çalışan kurtarma ekibine, “Önce kedimi kurtarın!” diye seslenmedi mi? Bir düşünsenize hele! Neden önce beni değil de kedimi kurtarın, diye seslenir bir insan! Minik bir kedi neler katmış olabilir bir tıp öğrencisinin hayatına? Sadece kedi ve köpeklerden değil, tüm hayvanlardan çok şey öğreniyor insan. Eğer öğrenmek isterse tabii.
Acil durumlarda ve afetlerde evcil hayvanlarımızı korumak için öncesinde nasıl bir yol izlemeliyiz?
Aslında acil durumlarda ve afetlerde biz evcil hayvanlarımızı değil, onlar bizi koruyorlar daha çok. Çünkü onlar doğaları gereği deprem dâhil tüm afetleri bizden çok daha önce hissedip bizi uyarmaya çalışıyorlar ellerinden geldiğince.
Son olarak, sizce ülkemizde ve dünyada hayvanlar üzerinde geçerli kanunlarda ne gibi düzenlemelere gidilmeli? Yapılan doğrular ve yanlışlar neler?
Daha önce de belirttiğim gibi, eğer biz kendimizi doğanın odak noktası olarak değil de bir parçası olarak görebilirsek, hiçbir kanuna da ihtiyaç duymayız. İnsanların evcilleştirdiği ilk hayvanlardan biri de köpeklerdir. Köpeklerin çok güçlü olan koku alma ve işitme duyuları sayesinde avlanabildi insanlar. İnsanın gözü, kulağı ve burnu olmakla kalmadı, güvenliğinin de anahtarı oldu köpekler. Onlar bizim canımız; işimize geldiğinde faydalanıp, gelmediğinde canına kıyıp bir kenara atacağımız canlılar olmamalılar…