Güneş uyandı, denizi aydınlattı
Deniz uyandı, kumsala dokundu
Kumsal uyandı, beni dürttü;
Ruhum uyandı, dünyaya katıldı.
Bedenim yoktu. Boş bedenim evde kocamın yanında uyuyordu. Kocamı hiç sevmiyordum. Bu yüzden bedenimi onun yanında bırakıp her gece kumsalda yatıyordum. Yaz kış hiç fark etmiyordu çünkü ruh ısınmayı, üşümeyi, acıkmayı, susamayı ve daha nicelerini bilmez.
Her sabah kocam evden çıkınca bedenime geri dönüyordum. Sadece pazar günlerini bedenimi özleyerek, hem de çok özleyerek, geçiriyordum. Kısacası ben bu sersem heriften boşanmak istiyordum ama bedenim ‘Çocuklar’ diyordu. Oysa çocuklar çoktan büyümüştü ve bizi umursadıkları bile yoktu. Bu gerçeği bedenime anlatamıyordum.
Sanırım kocamın ruhu onu çoktan terk etmişti. Saçma sapan ve yüksek sesle konuşan, sürekli ben bilirim demeye getiren, her fırsatta övünen illet bir adama dönüşmüştü. Tek ilgi alanı para kazanmaktı. Aşırı bir açgözlülükle önüne çıkan her işe saldırır olmuştu. Ev alıp satmak onda, altın alıp istiflemek, yatırım yapmak (nerelere bilmiyorum), borsayı an be an izleyerek dolarlarına dolar katmak ondaydı. Kuş sesi duymamıştı yıllardır. Güneşin ne taraftan doğduğunu bilmezdi. Hilal nedir unutmuştu. Dolunayla ilgilenmezdi. Hangi kedi hangi sokakta yaşar umursamazdı. Beynimizi sık sık ele geçiren öpüşme, sevişme, okşama, göz göze bakışma ve gülümseme hormonları çoktan bitip tükenmişti adamın.
Değişim kaçınılmazdır. Bu konuda kimseyi suçlayamam. Bulutların biçimi, evin bahçesindeki ağaç ve onun yaprakları sürekli yenilenir. Siz hep aynı karıncayı gördüğünüzü sanırken bir daha aynı karıncaya rastlayamazsınız. Sadece bir defa içinden gelip geçmek için kurgulanmıştır bu dünya.
Ümit değişkendir, kırgınlık, sevinç, korku, haz, hoşnutluk hatta yanılgı bile durmadan değişebilir.
Kocam değişti, ben değiştim. Birbirine sarılan kollarımız ellerimiz birbirini iter oldu. Sevgi ve merakla bakan gözlerimizi artık kaçırıyoruz birbirinden. Benim gözlerim hep aşağıya bakıyor. Yer karolarını saymaktan hiç bıkmadım. Kocam ise, (bazen fark ediyorum) dik dik yüzüme, gözümün ta içine bakmaya çalışıyor. Bana ne olduğunu anlamak istiyor. Ara sıra kızıyor, öfkeleniyor içten içe.
Geçen gün durup dururken “Ruhsuz kadın” dedi.
“Doğru,” dedim, kafamı yerden kaldırıp “Ruhum yok, sen varken”.
“Saçmalama” dedi.
Sustum o an, ama birkaç gün sonra “Boşanalım” dedim.
“Saçmalama” dedi yine.
Ruhum ısrarcıydı bu konuda, ben de bastırdım. “Asıl sen saçmalama. Ben boşanmak istiyorum” diye inatlaştım.
“Ne boşanması be!” diye çıkıştı bağırarak. “Hem de bu yaştan sonra…Elâlemin maskarası olamam ben. Otur oturduğun yerde, attırma tepemin tasını. Şunu iyice kafana sok, ben kalıcıyım.”
“Ama ruhum seninle olmak istemiyor.”
“O zaman sen de onu istemezsin olur biter.”
Olup bitmedi. Ben ruhsuz, ruhum bedensiz yaşamak istemedik. Kırık dökük, ezik ve eksik yaşamaktan usanmıştık. Önce bütünleştik sonra düşünüp ortak bir karara vardık. Uçurum geldi aklımıza. İkimiz de çok beğendik bu sözcüğü U-çu- rum.
Karar verdikten sonra hiç beklemedik. Arabaya bindik ve yol aldık o bildik yere doğru. Akşama doğru vardık. Yoldan çıkıp çimenlerin arasına saptık. Önce geri vitese taktık. Baktık ki uzaklık yeterli birinci vitese takıp verdik gazı. Araba bir an titredi sonra kaplan gibi ileri fırladı. Hızla uçtuk derin sulara doğru.